Karacadağ’ın soğumuş külleri üzerinde Dicle’ye yüksekten bakar Sur. Kuşbakışı birkaç güvercin kanadı mesafede, kadim coğrafyanın yaşanılmış bütün acılarına kenar.

Geçmişi MÖ 7500’lü yıllara dek uzanır son arkeolojik buluntuların tanıklığında. Kültürlerin sentezi olmuştur kadim topraklarda, halkların derin soluklu tarihsel birikimiyle bekler çağın yeni seslenişini. Geçmişin yaşanmışlıklarını biriktirip avluların serin bahçelerinde kuyulara bırakır gökgüvercinlerini.

Sur’da Dört Ayaklı Minare, ayaklarından vurulmuş, kurşunlanmış, güvercinler savrulmuş yanı başındaki caminin avlusundan minarelere, yıldızsız salkımlanan boşluğun karanfillerine.

“Dört Ayaklı Minare” hakkında; Diyarbakır Salnamelerinde İslâm’dan önce yapılmış sağlam ve yüksek bir eser olduğu, fetihten sonra yanına cami inşa edilerek minare olarak kullanılmaya başlandığı bilgisi bulunmaktadır.[1]

Dört ayaklı minare İslam öncesi bir zamanda yapılmış olduğu belirtilmesi, dünyada tek örnek olması da yapıyı özgün kılmakta. Büyük ihtimalle güvenlik amaçlı, gözetleme kulesi olarak inşa edilmiş ve zamanında sur içinde bu amaçla kullanılmış askeri bir mekân olabilir burası.

İşte, Tahir Elçi Dünya kültürel mirası açısından önemli bir yapı olan “Dört Ayaklı Minare’nin şiddetin kol gezdiği sokaklarda korunması için basın açıklaması yaparken kurşunlara hedef oldu. Ekranlara yansıyan son konuşmasında:

”Birçok medeniyete beşiklik, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz” demişti.

Uzak olsun dediği çatışma açıklama yaptığı sokağa kadar taşmış hain tuzaklarda onu orada bulmuştu ölüm. İnsanlığın kültürel birikimine sahip çıkmak isterken, IŞID zihniyetinin Palmira’da Taliban çetelerinin Afganistan’da tarihsel mirasa yaptığı saldırıyı kınarken biz toplum olarak ona sahip çıkmadık.

 Sahip çıkamadık, çünkü kimlik siyaseti üzerinde ayrıştırılmış bir toplumda oh çekiliyordu düşenlerin kanı kurumadan bazılarınca başkalarının ölülerine.

Düşmanlık gösterileri sahneleniyordu sosyal medyada orada burada ortalık yerde. Geride kalanlara ölümlerin yarattığını sandıkları korkuyu yeterli görmemiş olacaklar ki içlerindeki zehirli safrayı kusuyorlar daha büyük yıkımların işaret fişeğini alnımıza çakarak.

Hedef gösteriliyordu hizayı aşanlar önce sosyal medyada başlıyordu tetikçilik, sonra oluşturulan zehirli iklimde gerçek katillere herkesin gözü önünde sadece soğuk namluyu doğrultup tetiği çekmek kalıyordu.

Tahir Elçi, çatışmanın ortasında ürkek bakışlarıyla izliyordu olup biteni, sahnelenen gülünç parodiyi. Sonunu bekleyen güvercin çırpınışıyla uzatmıştı birazdan kızıla boyanacak boynunu, minarenin gölgesine.

Etrafındaki karanlık gittikçe artmış, alnında bir yıldızla kanat çırpmıştı o zifiri karanlığın içinden al kanatlarıyla minarenin âlemine. Güvercin kanatları çoğalıyordu gök kubbede, erken düşen dostlar alkışlarla, zılgıtlarla karşılıyordu faili meçhuller cıngılında yeni konuğu.

Mezopotamya kınalı güvercinleriyle, göz yaşlarıyla kuşanıyordu karanlığın efendilerinin yarattığı ölüm sessizliğinde Dicle’nin coşkun akışını. Fırat’ın uğuldayan upuzun kadim yalnızlığındaki hüznüne dönüyordu kuşlar.

Barışın diliyle yapmıştı şimdiye kadar çağrılarını, insan hakları için, tarih ve kültür için çarpmıştı susturuluncaya kadar kalbi. Önemli davalarda savunmuştu tüm samimiyetiyle hak gaspına, kaybına uğrayan mağdurları, masumların yanı başındaydı.

Cinnet mahallinde “Meçhul Kıyametler Borsasında” katiller yükselişteydi artık. Mevsim dönmüş burcuna, kılıçlar çekilmişti bir kere.

Kan gölüne dönmüş coğrafyada sıradan hale gelen ölüm, şehirleri, ovaları dolaşırken acı çığlıklarıyla kuşatırken bir umut ışığının beklentisiyle, inancıyla Tahirlerin, Hrantların düşenlerin elinden alıyoruz kardeşliğimizin nişanı, barışın sancağını bir daha düşürmemek üzere.

_____________

(1) http://www.on5yirmi5.com/haber/inanc/ibadethaneler/186365/seyh-matar-dort-ayakli-minare-camii.html