Özünde feodal ve tepkisel bir belge olan ancak Kral’ın yetkilerini sınırlaması açısından hak ve özgürlükler mücadelesinde önemli bir yeri olan Magna Carta Libertatum belgesinin 800. yıl dönümünde AKP iktidarı adeta 1215 öncesinin Kral yetkilerini andıran kalıcı sıkıyönetim yasa tasarısını topluma dayatıyor. Kısaca Magna Carta’dan bahsetmek gerekir. 1215’de baronlar İnıtere Kral John’u yetkileri sınırlayan belgeyi kabule mecbur bıraktılar. Kral’ın yetkileri belirli ölçüde sınırlandı. O dönemin hukuku içinde kalmaya zorlandı. Despotizmi kısmen gerilemek durumunda kaldı. Örneğin keyfi vergi koyma, mahkeme kararı olmadan tutuklama, sürgüne gönderme, mallara el koyma yetkisi Kral’dan alındı. Ayrıca bu belgeye göre Kral yasaları çiğnerse feodal beylere, baronlara isyan hakkı tanındı. Dolayısıyla söz konusu belge daha sonraki 1625 tarihli Petition Of Rights (Haklar Dilekçesi), 1679 tarihli Habeas Corpus Act, 1689 tarihli Bill Of Rights (Haklar Bildirgesi)’nin temeli ve referansı oldu. Şimdi gelelim halimize;

Tam 24 yasada temel hakların özünü tamamen ortadan kaldıran iç güvenlik tasarısı ikinci kez ertelenmenin arkasından muhtemelen önümüzdeki hafta hükümet tarafından ısrarla meclis genel kuruluna taşınacak. Genel seçim öncesi iktidar coğrafyayı F Tipi Cumhuriyeti’ne çevirerek, korku imparatorluğu kurmak istiyor. İçişleri Bakanı anketler yaptıklarını, halkın %80'inin tasarıya olumlu baktığı demagojisini söylüyor. Bırakın halkın %80'inin, meclisin dahi %80'inin olumlu bakmak bir yana tasarıyı okudukları, bildikleri, tehlikenin farkına vardıkları dahi şüpheli. Cumhurbaşkanı tasarıyı eleştirenler için; "molotofa ceza verilmesini istemiyorlar" diyor. Oysa zaten mevcut yasada molotofun cezası 3 ile 8 yıl arası hapis. Kaldı ki mahkemeler son üç yıldır genişletici yorumla TCK 315'inci maddeyi uygulayarak 10 ile 15 yıl ceza biçiyorlar.

Faşist Mussolini'nin bir itirafı vardı; "her şey devlet için, devlet içinde; hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir." Bu yasayı isteyenler, düzenleyenler Mussolini'nin yolunda gidiyorlar. Mussolini ve Hitler, bu zihniyetle, yönetilenleri nesne gören anlayışla sadece ülkelerini değil, dünyayı cehenneme çevirdiler. Franco, Salazar, Pinochet ve benzeri diktatörler aynı anlayışla; devlet güvenliği adına halklarına, özgürlüklere savaş açtılar.

Yolsuzluklara-yoksulluğa-yasaklara karşı mücadele sloganıyla iktidara gelen AKP bugün sözde ustalık dönemlerinde, kendi güvenliklerini sağlamak için özgürlüklere karşı atom bombası olan bir yasayı çıkarmak istiyorlar. Herkes bilsin ki bu tasarı yasalaşırsa; geçmişteki OHAL ve sıkıyönetimlerden daha tehlikeli bir kalıcı plebisiter diktatörlük inşası tamamlanmış olacaktır. Geçmişteki olağanüstü rejimler teorik olarak geçici rejimlerdi. Şimdi kalıcısı geliyor. Düşmanla savaş hukukunun anlayışı olan TMY'nin 1991'deki en katı ilk halinden daha tehlikeli bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Derebeyi Valiler dönemi başlıyor. Savcı ve yargıç yetkileri mülki amirlere, kolluğa veriliyor. Emniyet teşkilatındaki değişikliklerle AKP kendi ordusunu kurmak istiyor.

Bu faşist tasarıya kabul oyu verecekler; meclise adım attıklarında ettikleri yeminde geçen; "milletin egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik laik Cumhuriyete bağlı kalacağıma, herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma namus ve şerefim üzerine and içerim" sözlerine de ihanet etmiş olacaklar. Bu faşist düzenlemeye kabul oyu verdikleri takdirde biz onların gerçek yemininin; “Hitlerin, Mussolininin yolunda yürüyeceğime, dinci faşizmi kurmak için yolsuzluğu hoş gören, yasaklara aşık ahlakım adına and içerim” olduğunu öğrenmiş olacağız.

12 Eylül Anayasasının dahi tam 25 maddesindeki hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerin özünü tamamen kaldıran bu tasarı egemenliğin bir zümreye verilemeyeceği anayasa hükmünü de ortadan kaldırıyor. Tüm yetki AKP'li poliste, AKP'li Valide, AKP'li Kaymakamda oluyor.

Düzenlemenin birçok maddesi son günlerde sıklıkla yazıldı. Bazı önemli noktalara tekrar değinmekte yarar var. Polisin gözaltı, arama yetkileri genişletilirken, koruma ve uzaklaştırma gibi yeni yetkiler de veriliyor. Koruma adı altında bir araçta, bir inşaatta, bir metruk yerde; savcıya, yakınlarına, avukata dahi bilgi vermeden insanları tutabilecek. Belli bölgelere girilmesini engelleyebilecekler. Muhtemel suçlu ve muhtemel suç alanları yaratacaklar.

Artık karakol evlere ve işyerlerine kurulabilecek. Polis, ikamette, işyerinde ifade alabilecek, işine geldiği gibi suni delil üretebilecektir.

Emniyet Genel Müdürü, İstihbarat Daire Başkanı, Jandarma Genel Komutanlığının, Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığının emriyle 48 saat mahkeme kararı olmadan, savcının izni de olmadan iletişimlerimiz denetlenebilecektir. 48 saat sonra Ankara'da yürütmeye bağlı tek süper hakim tüm Türkiye'yi dinleme ve denetlemeye karar verebilecek.

Tutuklamayı gerektirir suçlar arasına toplantı ve gösteri hakkının kullanılması, propaganda da dahil ediliyor. Jandarmanın yetkisi arttırılıyor. Belediye sınırları içinde de görev yapabilmesi düzenleniyor.

Biometrik veriler; parmak izi, damar izi, el ayası kimliklere işlenecek. Her sene hangi biometrik verilerin işleneceğine İçişleri Bakanlığı karar verecek.

Vatandaşlığa kabulde kamu düzeni ve milli güvenliğin yanı sıra ahlak şartı getiriliyor. Bu o kadar tehlikeli bir düzenleme ki böylelikle iktidar vatandaş olmak için dahi kendi dinci ahlakını dayatır hale geliyor.

Kin, garez, hatırla, baskı ve telkinlerle vatandaş aleyhinde ön inceleme, disiplin soruşturması, teftiş faaliyetleri yapanlar hakkında vatandaş hak arama özgürlüğünü kullanamayacak, dava açamayacak. Davayı ancak idareye karşı açabilecek. Bu düzenleme ile idare suç işleyen memura dönüp dönmemekte serbest olacak, yani suçlu memuru koruyacak.

Söz konusu tasarı AİHS’in tam 11 maddesine aykırı olacağı gibi, serbest dolaşımı garanti altına alan 4 Nolu Protokole, yine adli hatada tazminat hakkını düzenleyen 7 nolu protokole, ayrıca ayrımcılığı yasaklayan 12 nolu protokole de aykırı bir tasarı.

Tasarıda her türlü keyfiliğe yol açacak muğlak yetkiler polise veriliyor. Kısmen, benzeri, teşebbüs, andırma kelimeleri polise her türlü keyfi yorum yapma ve tutanak düzenleme yetkisini verecek. Bu tasarı yasalaşırsa seyahat özgürlüğü özgürce kullanılamayacak, araç kiralama şirketlerinin bilgisayar terminalleri emniyet terminallerine bağlanarak seyahat özgürlüğü, özel hayatın gizliliği çiğnenecek.

Yani Carl Schmitt düşman olan, düşman olmayan, muhtemel düşman olacak faşist anlayışı bu tasarı yasalaştığında tamamen yaşama egemen olacak. Daha önce yapılan MİT yasasındaki MİT’e geniş yetkiler veren yasal değişiklikte dikkate alındığında bu tasarı da yasalaştığında korkunç bir polis devleti inşası tamamlanmış olacak.

Tasarının gerekçesinde kamu düzenini korumak, güvenlik ile özgürlük arasında denge sağlamak gibi tüm baskıcı iktidarların dillerine doladıkları demagojik değerlendirmeler var. İnsan hakları hukuku açısından kamu düzeni sivil hayatın normal akışı koşullarında hakları ve özgürlüklerin özgürce kullanılabilmesi için gerekli koşulları içeren yaşam tarzıdır. Mevcut tasarıya hakim olan kamu düzeni anlayışı ise tarih boyunca tüm faşist iktidarların savunduğu mevcut iktidarın korunması anlayışıdır. Kutsal devlet hatta daha da ötesi kutsal iktidar anlayışıdır. AKP korkularını bastırmak için faşist kamu düzeni anlayışıyla toplumsal muhalefeti etkisiz kılmak, kendi kutsal iktidarının karşısında yönetilenleri nesne haline getirmek istemektedir.

Mevcut tasarının yazılı olmayan bir başka gerekçesi de Kürt sorununun çözümünde sıhhatli ve hakkaniyet temeline dayanan bir uzlaşma yerine kokuşmuş bir uzlaşma dayatılmak istenmesidir. Kollektif hakları yadsıyan, dillerin ve hakların hak eşitliğini temel almayan, ezenin egemenliğini devam ettirdiği formel bir uzlaşmayı iktidar dayatmak istemektedir.

Güvenlik özgürlük ilişkisine de bir kez daha değinmede yarar vardır. Güvenlik insan hakları hukuku açısından kendi başına ve kendi içinde bir değer değildir. Güvenlik ancak eşitlik, en geniş özgürlük, paylaşımcı adaletle bir anlam kazanabilir. Güvenlik-özgürlük ilişkisinde tarih boyunca üç anlayış çatışmıştır. Bunlardan en sık başvurulan ‘güvenlik temeldir, özgürlük sonra gelir’ faşist anlayışıdır. Diğer anlayış yukarıdaki anlayışı özünde barındıran, cilalamaya çalışan; ‘güvenlik ile özgürlük arasında denge kurulmalıdır’ anlayışıdır. Unutulmamalıdır ki denge aldatıcı bir kavramdır. Özgürlüklerin tek güvencesi korkmadan, çekinmeden kullanılabilmesini sağlayan en geniş özgürlükçü bir rejimdir. Bu tasarı o kadar tehlikelidir ki güvenlik ile özgürlük arasında sözde denge kurma görevini de yargıdan alarak silah kullanma yetkileri arttırılan güvenlik güçlerine emanet etmektedir.

Tüm insan hakları hukuku belgelerinde savaş ve isyan halinde dahi kamu düzeni adına temel hakların özünün sınırlanamayacağı ilkesi vardır. Örneğin Cenevre Sözleşmesi Ek Protokoller, AİHS 15. madde, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 4. maddesi, UNESCO Sözleşmesinin 8. maddesi, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinin 27. maddesi bu hususu teminat altına almıştır. 12 Eylül Anayasasında dahi ulusalüstü hukuktan doğan yükümlülüklere uyulacağı ve temel hakların özününü korunacağı belirtilmiştir. Oysa bu tasarı tüm ulusalüstü hukuktan doğan yükümlülükleri tamamen ortadan kaldırdığı gibi, tüm temel hakların özüne de savaş açmaktadır. Bu tasarı sık sık vurguladığımız gibi düşmanla savaş hukukunun temel felsefesi olan; “her kim kişisel davranışında yeterli derecede bilişsel güvenlik sunamıyorsa, kişi olarak muamele görmeyi beklemeyeceği gibi, devlette ona asla kişi muamelesi yapamaz” anlayışının egemen olduğu bir tasarıdır. Bu tür anlayışa göre her muhalif düşmandır. Bu anlayışta vatandaş ceza hukukundan farklı olarak yaptırımın işlevi muhalifin toplumdan dışarı atılmasıdır. İktidara göre muhtemel tehlikenin bertaraf edilmesidir. Hegel’den başlayarak tüm baskıcı devlet anlayışları Rocco, Carl Schmitt, Gunter Jacobs hep devleti kutsamışlar ve devletin meşruluk kaynağı olarak iktidarın güvenlik anlayışının korunmasını göstermişlerdir. Bu noktada Kant’ın önemli bir saptamasını vurgulamakta yarar vardır; “ insanları özgürlük ortamına yerleştirmeden, özgürlük için olgunlaşmalarını bekleyemezsiniz. Özgürlük toplumun emniyet sübabıdır.” Bizde bir kez daha diyoruz ki gerçek güvenlik sürekli kılınmış, eşit ve daha çok özgürlük koşullarının sağlanmasıdır. Yani gerçek güvenlik özgürlüğün en geniş sürekli kılınmış halidir.

TEHLİKE ÇOK VAHİM KAPIDA! EY MİLLETVEKİLLERİ SİZİ MECLİSE TAŞIYANLARA, MAAŞINIZI VERENLERE İÇ GÜVENLİK YASASI DİYE KÖLELİK REJİMİNİ DAYATAMAZSINIZ.

BİR KEZ DAHA DOĞRU ÇEVİRİSİYLE BENJAMİN FRAKLİNİN SÖZÜNÜ TEKRARLAYALIM; “BİRAZ GÜVENLİK İÇİN ÖZGÜRLÜKTEN VAZGEÇEBİLENLER ÖZGÜRLÜĞÜ DE KAYBEDERLER, GÜVENLİĞİ DE KAYBEDERLER”.