Transeksüellere yönelik ayrımcılık, nefret suçları, şiddet ve toplumsal dışlanma gibi konularda projeler üreten ve doğrudan destek hizmeti sunan Türkiye’nin ilk transeksüel hakları derneği Pembe Hayat Derneği’nden Demhat Aksoy ve Ozan Uğur’la 8 Mart haftasında transları, trans aktivizmini, transfobiyi, savaşı ve tahakkümü anlattı.

30 Haziran 2006 yılında Ankara’da kurulan Pembe Hayat, adını Alain Berliner’in yönettiği ve erkek bedeninde doğmuş bir kız çocuğun hikayesinin anlatıldığı Pembe Hayat (Ma vie en rose) adlı filmden alıyor. Aslında dernek, Eryaman’da bulunan transların şiddete uğraması, evlerinden atılmaları, çeteler ve polis tarafından tehdit edilmeleri ve öldürülmeleri ardından kuruluyor. Yani nefret suçları ve nefret cinayetlerinin ardından…

TOPLUMSAL CİNSİYET NORMLARINA RET

Tüm dünya queeri konuşurken, Türkiye’de hâlâ ‘heteronormativite’nin yıkımı için mücadele veriliyor. Hâl böyleyken translara dair politika yapmak, aktivizm gerçekleştirmek gerçekten çok büyük mücadele istiyor.

Oysa yeryüzünün en büyük meselelerinden olan toplumsal cinsiyet normlarını en çok ters yüz eden translardı. Geçen yılki 25 Kasım’da, “Ötekinin ötekisi olmayacağız”, “Tanınma yoksa barış da yok”, “Birimiz dahi özgür değilsek hepimiz tutsağız” sloganları yankılanmıştı. Her sloganın, her kelimenin ayrı bir önemi var. Ötekinin ötekisi olmamak, bizi kategorilere, cinsiyetlere, normlara ayıranlara inat, normatifi reddederek kimliklerin mücadelesini büyütme gayreti var.

‘BİR KESİM EZİLMEYE DEVAM EDERKEN, DİĞER KESİM DE TUTSAK’

Ozan Uğur, bu noktada Pembe Hayat’ın önemini şöyle anlatıyor:
                                                                                                                                                

Varlığıyla, birçok transın zorluk yaşadığı sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimde ayrımcılığa uğrayan translara destekte bulunuyor. Danışmanlık hizmeti veriyor. Bu bir trans için çok önemli. Çünkü bu dünyada yalnız kalan, tecride uğrayan, ötekileştirilen biri için yalnız olmadığını görmek, örgütlü bir gücün varlığı bilmek çok önemli. Eğer toplumun bir kesimi ezilmeye devam ediyorsa, temel haklara erişimde zorluk çekiyorsa toplumun diğer kesimleri de tutsak olmaya mahkumdur, onlar da eziliyordur. Bütün bunları gördüğümüz için de bütün kesimlerle dayanışıyoruz.

KÜRT KADIN HAREKETİNDEN, FEMİNST MÜCADELEYE

Aynı zamanda Diyarbakır’a giden barış için kadınlar arasında da olan Demhat Aksoy ise, “Transların Türkiye’de politikasını üreten, örgütlenmeliyiz diyebilen bir sesin doğuşuydu dernek” diyor. Sokakta, alanlarda, Newrozda, 8 Mart’ta ve Onur Yürüyüşü’nde… Toplumla etkileşime girildiği anda ikili cinsiyet sisteminin dayattığı yalnızca biyolojik kadın ve erkeğin sokakta olma halinin yıkıldığını söyleyen Demhat, Pembe Hayat’ın buradan bir politika ürettiğini belirtiyor:

Yeri geldiğinde mecliste, Kürt kadın hareketiyle, feminist hareketle, sosyalist-devrimci hareketle bir araya gelerek tartışma zemini yaratıyor.

KOBANİ’DEN CİZRE’YE BARIŞ TALEBİ

Ozan, bir yandan Pembe Hayat’ın tek başına LGBTİ+ mücadelesi ya da trans mücadelesi yürütmediğini belirterek, Ortadoğu’da süren savaşın da en büyük problemleri olduğunu ifade ediyor:

Çünkü transfobi dediğimiz aslında milliyetçilikten de etkileniyor, faşizmle birbirini besliyor. Milliyetçiliğin tırmandığı yerde translara da saldırı artıyor. Kobanê’de öldürülen bir çocuk, Cizre’de katledilen insanlar bizim problemimiz. Bütün dünya için eşit onurlu ve gerçekten demokratik bir barış talebimiz var.

Hem Ortadoğu’daki bu savaşa karşı hem de Türkiye Devletinin yürüttüğü savaş politikalarına karşı bir barış çağrısında olduklarını söylüyor.

ANASAYA’DA CİNSEL YÖNELİM VE CİNSİYET KİMLİĞİ

LGBTİ’ler başta olmak üzere, ikili cinsiyet sisteminde hak ihlallerinin ve ayrımcılıkların yaşanmasına en büyük sebep ise Anayasa’da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin tanınmıyor oluşu. Nefret suçları yasasında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibaresi geçmediği için LGBTİ’ler ciddi anlamda mağdur oluyorlar. Bu mağduriyeti giderebilmek için Anayasa’ya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin ekletmek istediklerini belirten Ozan, meselenin bir başka boyutunu ekliyor: “kimlik rengi”. Ozan, vatandaşlık kartı olan kimlik kartındaki rengin translar açısından nasıl bir sorun yarattığını şöyle anlatıyor:

‘CİNSİYETTE ESAS OLAN DEVLET DEĞİL, BEYANDIR’

Eğer istediğiniz kimliğe ulaşmak istiyorsanız; ‘doğduğumda devletin bana verdiği kimlik benim gerçek kimliğim değildir’ diyorsanız, kendinizi kısırlaştırmak ve bir dizi operasyondan geçmek zorundasınız. Halbuki cinsiyette esas olan beyandır ve siz beyan ettiğiniz kimliği almalısınız. Bir başka sorun da askerlik. Birçok trans kadın ve eşcinsel erkek askere gitmek zorunda kalıyor. Zorunlu askerlik insanları mağdur ediyor, pembe teskere transseksüelite bozukluğu denilerek veriliyor. Bu bu bir bozukluk değildir, devletin bunu kabul etmesi gerekiyor.

‘SAKALIM VAR, OJE SÜRÜYORUM, BU BENİM BEDENİM’

Toplumsal cinsiyet normları en düz haliyle kadınların tüysüz, erkeklerin sakallı olmasını tahakküm ediyor. İkili cinsiyet sistemi olan heteronormatif bir toplumda, translar işte tam da bu normativiteyi yıkıyor. Ancak birçok sorun da beraberinde geliyor. Ozan, bu sorunları şöyle anlatıyor:

Bir trans toplu taşıma aracına binerken sıkıntı yaşıyor. Hastaneye gittiğinde ayrımcılıkla karşılaşıyor. Bu tüm translar için geçerli. Toplumsal cinsiyet normlarına uymayan, kendini herhangi bir kimlikte tanımlamayan translar için de bu durum geçerli. ‘Sakalın var, oje sürüyorsun. Ne trans kadınsın ne trans erkeksin’ deniyor. Bunu söyleyen insan transfobik olmadığını iddia ediyor. Bu benim bedenim ve bedenimde istediğimi yaparım.

‘KADINLARIN NELER YAPACAĞINI KOBANİ’DE GÖRDÜLER’                                                     

İşte tam da bu nedenle “alanlar” diyoruz hep bilikte. Alana inmenin, sokaklarda olmalının ‘yaşam’ anlamındaki öneminden bahsediyorlar. Demhat 8 Mart mitinglerinde trans, natrans, biseksüel, lezbiyen, interseks, quuer, kimlikli ya da kimliksiz tüm kadınların alana inmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü ‘bir kesim ezilmeye devam ederken, diğer kesim de tutsak.’

Toplumsal barış için; transfobi, homofobi, kadın cinayetleri ve trans cinayetlerinin önüne geçmek için alanda olunması gerektiğini söyleyen Demhat, Kürdistan’da olan savaşın özellikle kadınlara yönelik bir savaş olduğunun da altını çiziyor:

Çünkü kadınların neler yapabileceğini Kobanê’de gördüler, Şengâl’de görüler. Seks kölesi olarak alınan kadınlar silahlanarak IŞİD’e karşı savaştılar. Bu direnişi gördükten sonra kadınlardan korktular. Biz Pembe Hayat olarak alanda olacağız. Trans görünürlülüğünü sağlamak için çalışmalardayız.

TECRİTE KARŞI, YAŞAM ALANI İÇİN SOKAĞA ÇAĞRI

“Bize bir kadınlık biçimi öğretiliyor” diyen Ozan ise, translara, yaşamı sürdürmek ve tecriti durdurmak için 8 Mart için alanlara çağrı yapıyor:

Ben erkek değilim, erkekliğe karşı mücadele eden insanım, sakallarım postallarım bunun aksini iddia etmez. Bu beyanda bulunmama rağmen bana erkek yaftası vurmuşlardı ve beni alana almamışlardı. Bütün bu öğretilmişliklerin önüne geçmek için 8 Mart çok önemli. Çünkü translar açısından sokak bir yaşam alanı. Ama aynı zamanda tecrit edildiğimiz bir alan da.

(Kaynak: Sibel Yükler/ Harfvolver)