İçinde bulunduğumuz günlerde TBMM'de 2018 Yılı bütçesi görüşülüyor. Gazetelerden okuduğumuza göre bazı bakanlıkların ve bağlı dairelerin 2018 bütçeleri Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Bunlardan biri de Diyanet İşleri Başkanlığı. Çok fazla rakamsal ayrıntılara girmeden dikkatimizi çeken bazı noktaları izah etmeme izin verin. Çünkü takip ettiğim kadarıyla, insanın kabul edemeyeceği boyutlarda haksızlık mı desem, adaletsizlik mi desem veya siyasi manada anti demokratik, dinbaz gericiliği tahkim etme yolunda alınan mesafe mi desem? Bilemiyorum... Lafı uzatmadan devam edelim. Anayasasında 'laik devlet' yazılı devletin, kurulduğu 1924 yılından beri laikliğe aykırı bir kuruma bütçe ayırması olağanüstü bir çelişkidir. Hem de ne bütçe!.. Ek ödeneklerle beraber 8 milyar TL'yi aşan devasa bir rakam. Bakıldığında DİB'e ayrılan bütçe 11 bakanlığın her birine ayrılan bütçeden daha fazla. Bunlar, Sağlık, Kültür, Ekonomi, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilim Sanayi ve Teknoloji, Kalkınma, Çevre, Şehircilik ve Turizm Bakanlığı'dır.

Ne iş yapar bu Diyanet İşleri Başkanlığı? DİB, bilindiği gibi siyasal İslamcı bir yapıdır, kendini her zaman siyasi görüş ve düşüncenin içinde görmüştür. Baştan sona bir dinin bir tek mezhebinin, Sünniliğin inşasına soyunmuş, diğer din ve mezheplerine karşı ötekileştirici, dışlayıcı bir yapıya sahiptir. Kurulduğu 1924 den beri ulema devleti, devlet de ulamayı karşılıklı çıkarlar doğrultusunda kullanmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, 12 Eylül faşist darbesinin mimarı Kenan Evren'in meydanlarda konuşma yaparken bir elinde Nutuk, diğer elinde Kuran vardı. Kendine sosyal demokrat diyen parti başkanı Murat Karayalçın seçimde oy alabilmek için Adıyaman'da Menzil tarikatı liderinin elini öptüğü hatıralardadır. Meşhur sosyal demokrat Ecevit'in DİB eski başkanını milletvekili yaptığı herkesin malumudur. Diğer eski siyasilerden Demirel, Erbakan, Türkeş, Çiller, Mesut Yılmaz.. Bunların çapsızlığı düşünüldüğünde DİB ile ilişkilerini anlatmaya bile gerek yok. Bütün bunlara karşın son 15 yılda AKP iktidarı kadar dinbaz gericileşme hiçbir zaman olmadı. Zira akıllara ziyan uygulamalar bu görüşümüzü doğrulamaktadır.

DİB'in Kuran, imam, ve Sünnilik merkezli hizmetten başkaca din ve inançlara yönelik hiçbir hizmeti yoktur. Örneğin, cemevi, kilise, ve sinagoglara dönük hizmeti yoktur. Dede, Papaz, ve Hahambaşı gibi kadrosu bulunmuyor. Bunların olmaması, sadece İmam Hatiplerin, Kuran kursların olduğu ortamda eşitsizlik var demektir. Mevcut hizmetleri içinde diyanete sorulan sorulara verilen cevapları okuduğunuzda son derece saçma sapan, insanı dumura uğratan şeylerle karşılaşmamak mümkün değil. DİB, eşitlik ilkesini ihlal eden kurum olarak, uyguladığı doğrudan ve dolaylı ayrımcılık politikalarıyla, toplumsal gerilimi tırmandıran bir rol oynamaktadır.

DİB'in bütçesiyle beraber ülkedeki camii ve Kuran kursu sayısı da devasa büyümüştür. Verilere göre 2002 yılında 75 bin 941 olan camii sayısı bugün 91 bin civarındadır, Yine 2002 yılında 3364 olan kuran kursu sayısı, 2017 yılında 18 bin 355 olduğu belirtilmektedir. Her ailede bir hafız kampanyası ile DİB toplumsallaşmayı hedeflemektedir. Aile hekimi gibi, aile imamlığı modeli ile, imamların cami dışındaki hayata müdahalesi sağlanarak, imamlar toplumun (deyim yerindeyse) kanat önderi konumuna getirilmek istenmektedir.

DİB, eğitimi 'en iyi ben yaparım' diyerek MEB'in görev ve yetki alanına girmek suretiyle, eğitimin dinselleştirilmesinde motor gücü rolünü üstlenmiş durumdadır. Ana okullarının sübyan mekteplerine dönüştürülmesinden, zorunlu din derslerine, imam hatiplerin abartılı yaygınlaştırılmasına, ilahiyat fakültelerinin artırılmasına kadar müdahil olmuştur. Yine DİB'in, MEB müfredatlarının içeriklerinin belirlenmesini de üstlendiği bilinmektedir.

Son günlerde gazeteler, DİB'in 2018 yılı hedefleri arasında 'Diyanet İslam Akademileri' kurmak olduğunu yazmaktadır. Eğer DİB, dini kendi bünyesinde kurumsallaştıracak ise, o zaman sormazlar mı, MEB'in imam hatip okullarına ve YÖK'ün İlahiyat fakültelerine neden ihtiyaç var?

DİB, yine kurulduğu 1924 yılından beri, özellikle son 15 yıldaki AKP iktidarında devasa mesafe almış haliyle asimilasyon merkezidir. Zira devlet, DİB üzerinden Aleviliğin kendine özgü bir inanç ve yaşam biçimi olduğunu kabul etmeyerek Alevileri yok sayıyor, 'cemevi ibadethane değil, tekkedir, cem ise ibadet değil, zikirdir' diyerek asimilasyoncu bir tarif etme yolunu seçiyor, yine cemevleri 'terör yuvası', 'cümbüş evi' diyerek onları itibarsızlaştırmağa çalışıyor.

DİB, kendine bağlı gençlik örgütleri kurarak, her yaş grubuna yönelik yurtiçinde ve yurtdışında 16 dilde yayın organları vasıtasıyla dini telkin ve öğütleriyle şükürcü bir neslin yetişmesini amaçlamakta, kadınları ikincil konuma düşürerek onları, mutfak, çocuk ve koca hizmetinde görmeyi öğütlemektedir.

Ezcümle, izahına çalıştığımız Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun toplumsal hayatımızın içinde olduğu bir ülkeye hangi felsefi içerik, hangi siyasi veya sosyolojik açılımla laik bir ülke diyebiliriz?

Tek çözüm, bir an evvel DİB'in lağvedilerek, din, vicdan ve inanç özgürlüğünün, inanan ve inanmayan her insana (o insan, ülkede yaşayan tek bir kişi bile olsa) hak olarak tanınması, bu hakkın anayasal güvence altına alınması, gerçek laikliğin kazanılmasıdır.