İçinizdeki en demokrat, en ilerici geçinenleri bile rahatsız edebilir ama; şartlar Kürdistan'ı bir Kurtuluş Savaşı'na taşıyor. Bunu ben düşünüyorum diye bana kızacağınıza, ben görüyorum diye anlasanız o çok korkulan 'bölünme' paranoyanızın artık hakikaten bu ülkeyi adım adım bölünmeye taşıdığını anlayabilirsiniz.

Diğer taraftan ise, içinizde bana, benim gibi konuşanlara ve düşünenlere karşı oluşup neredeyse bir puta dönüşen önyargının farkındayım. Ne zaman adımı/zı duysanız; yazdıklarımı/zı okumadan peşin hüküm sahibi olduğunuzu hissediyorum. İşte şimdi, öyle bir kırılmanın eşiğindeyiz ki; sizin uğruna kan gölüne dönen meydanlara hissizleşen vicdanınızla, bizim uğruna kanımızı dökerek meydanları göle çeviren irademiz kısmen bir noktada buluştu. Ya şimdi bizi anlayacaksınız ve ülkeyi psikolojik olarak bölmeye başlayan anlayışın fiilen taşıdığı noktayı durduracağız ya da bizi şimdi anlamayacaksınız ve psikolojik olarak başlayan bölünme, fiilen gerçekleştiği zaman anlayacaksınız ve utanç duyacaksınız.

Şimdi Kürt kentlerinde oluyor diye önemsemediğiniz, görmemeyi tercih ettiğiniz askeri hareketliliği iyice düşünün, sanki kendi kentleriniz oluyormuş gibi düşünseniz bile kafi aslında. Ankara'ya, İzmir'e, Bursa'ya, İstanbul'a bir devlet gücü; tankla, tüfekle, 10 bin askerle girmiş ve yüksek binalara keskin nişancıları konumlanmış.. sokağa çıkma yasağı var, su-gıda tükenmek üzere, ağır hastalarınızın dahi hastaneye gitmesine izin verilmiyor. Kapıdan dışarı çıkanı vuruyorlar, annenizi, babanızı, amcanızı vurmuşlar, ölüsü günlerce vurulduğu yerde kalmış. Annenizin ölüsünü sokak köpekleri, kuşlar yiyecek diye üzülüyorsunuz artık. Annenizin ölüm acısı, yerini buna bırakmış. Bebeğinizi, annesinin kucağında, kapısının önünde yanağından vurmuş keskin nişancı. Hastaneye götürmezseniz ölecek, götürmek isterseniz sizde ölebilirsiniz. Babanız diyor ki; siz daha gençsiniz, ben götüreyim, eğer birşey olursa bana olsun. Yanlışta düşünmüyor, çünkü dedesi torununu hastaneye götürmek isterken vuruluyor, ölüyor. Bunu gerçekten düşünün istiyorum.

Şimdi bu düşündüğünüzü hiç unutmayın..

Ege bölgesindeki Yunan kuvvetlerini, Doğu Akdeniz’deki Fransız leyjonlarını, Batı Akdeniz’deki İtalyan birliklerini, Marmara’daki İngiliz askerlerini düşünün. İlkokuldan, Üniversitelere kadar bize öğretilen "Kurtuluş Mücadelesi"ni. Mustafa Kemal'in İstanbul hükümetince hain ilan edilip, ölüm fermanını da düşünün. Bunun neden olduğunu da düşünün!

Şimdi yavaşça; Kentlerine giren tankların, askerlerin ışığında, ölen Miraylardan, Taybetlere.. kapıya dayanan açlıktan, susuzluğa.. hastaneye gidemiyor diye ya evinde yavaş yavaş, acı çeke çeke ölmeye razı gelmek zorunda olacak ya da gitmeyi denerken bir kurşun tarafından hızlıca canı çıkacak amcalara, teyzelere.. annesinin ölüsünü köpekler yemesin diye 7 gün boyunca uyuyamamış 11 çocuğa kadar işte bunları düşünün..

Sonra hakikaten, "Kürtler bir Kurtuluş Savaşına mahkum ediliyor" mu diye, kendi tarihinizden ışık bularak sorun. Onların "Birlikte Yaşam" iradesine rağmen, "ölüm" saçan bir anlayışa ve bu "ölüm" saçan anlayışa güç veren "batı"ya daha ne kadar "kardeşçe" bakabilecekleri, giderek azalan "birlikte yaşama" iradesinin failinin kim olacağına da, kitaplarda değil, tarih sıcağı sıcağınayken gidin bir aynada bakıverin derim.