Başarı sözcüğünü sevmem, başarı sözcüğünü duyduğumda varlığıyla bile başarısızların şahı olan Gregor Samsa cuk diye yüreğimin orta yerine oturur. Kollarımı ayaklarımı tutan direnç bir anda erir, kendimi aşağılanmış hissederim, tabii sonrasında yerini güçlü bir öfkeye bıraktığını inkâr edemem. Üniversite yıllarımda, tatillerde bu ülkedeki çoğu taşralı öğrenci gibi soluğu büyük kentlerin girdabında alırdım. Ama itiraf edeyim, başladığım hiçbir işte başarılı olamadım. Hangi işte çalıştıysam da tüm inceliklerini kısa sürede kavramama rağmen para kısmına gelince, işte burada ceplerim hep boş kalırdı.

Bir başarısızlık timsaliydim, kendim için de ailem için de.

Yalan söyleyecek ya da gizleyecek değilim, kendi baba ocağımda “uyanık ol, güçlü ol, seni kandırmasınlar, kazanmak için gerekirse sen kandır” gibi sözleri çok duymuşumdur (şimdi bunları hatırlayınca içim acıyor). Zira babam da benim gibi bir başarısızlık timsali sayılırdı az biraz, her halde yaşadığı köyde köylüler tarafından epeyce kandırılmıştı zamanında ve bunun benzerlerini oğlunun da başına gelmesini istemedi. Ama ne yapsam ne etsem başarılı olamadım, olamıyordum.

Şunu da itiraf edeyim, babam dilimle hep iftihar ederdi, iyi konuştuğumu söylerdi, yine de onun arzuladığı yere asla çıkmadım; ne siyasete bulaştım ne de köyün muhtar adayı oldum.

Son zamanlarda Kürtçe edebi türde ya da sanatsal başka alanlarda eser vermeye çalışan ya da Kürt asıllı olup Türkçe eserler üreten ya da üretmeye kalkışan kişileri uzaktan bile olsa izlerken kelimenin tam anlamıyla dehşete kapılıyorum desem az söylemiş olurum. Başarıdan bahsediyorlar yahu! Eserlerinde Kürtlerin yaşadığı trajediden beslenen, yaranın içindeki irini bile son damlasına kadar göstermeyi hedefleyen, işkence edilen, hapishanelerde her türlü şiddete maruz kalan insanları konu edinen, kurşunlanan tabutları öyküleştiren ve bilmem daha bir sürü acı… Ve bunun onlar için anlatmanın adı başarı, sadece başarı.

“Sanat bu olsa gerek ya da bunun adı kurgu” diye karşı çıkabilirsiniz.

“Sanatçı ürettiklerini yaşamak zorunda değildir” diyebilirsiniz.

Elbette ki istisnalar hariçtir, ama bu tür eserleri okuyanlar ya da satın alanlar bu eserler roman sanatına ya da şiir sanatına öyle büyük katkılar yaptı diye yapmıyor ki… Bir halkın acılarına empati kurmak için okuyor çoğu ya da yarasının daha da derinini sadece görmek için belki de. Zaten büyük bir eserin yaratıcısı çoğunlukla eserinin ruhunu da yansıtır. Verilebilecek örnekler çok.

Albert Camus’u kahkaha atarken hiç görmedim, ama önüme Camus’nun kahkaha atarken bir fotoğrafı düşse de şaşırmam. Varoluşu bu kadar sorgulayan bir kişi, Meursault’un yaratıcısını kahkaha atarken bile görsem aslında ağladığını biliyorum, hissediyorum.

Ama kafası kurşunlanmış bir çocuktan bahseden birini kahkaha atarken hayal edemiyorum, siz edebiliyor musunuz?

Sosyal medya hesaplarına göz atıyorum, hep aynı sırıtan surat, kendinden emin yüzler ve bu yüzlerin sahibi bize Kürtlerin acılarını anlatan aynı kişiler. Yaradan besleniyorsunuz yaradan, aksi olsaydı umurumda olmazdı! Eğer şöyle omuzlarına yaslanan bir iki kadın da varsa (erkekler içindi bu) deme keyiflerine. Bazen de şarap kadehlerini tokuştururlar davet edildikleri pahalı ve şık eşyaların bolca bulunduğu bir salonda.

Yahu kendinize saygı duymuyorsanız da bari okurlarınıza saygı duyun, bu kadar pervasız olmayın. Ama yok öyle bir şey, çünkü onlar başarının peşinde, tek yolları gayeleri başarı, başarmak. Bu durumdayken dünyanın en büyük yayınevleriyle çalışsanız ya da dünyanın en prestijli ödüllerini alsanız ne yazar.

İyi de bu onların özel hayatı, size ne ya da bize ne diye sorabilirsiniz, bilemiyorum, belki de haklısınız, belki de ahmak olan benim. Ama ben Orhan Pamuk neden kahkaha attı diye sormuyorum ki, bu onun yazdıklarıyla da çelişmez zaten ve Orhan Pamuk umurumda bile değil. Yıkılmış köyleri, evinden yurdundan edilmiş aç susuz yurtsuz insanları anlatacaksanız eğer, bari okurunuza karşı biraz samimi olun, sırıtmayın yahu.

Bir iki okurunuz varsa tek nedeni bu insanlar; yoksa roman, öykü ya da şiir sanatına kattığınız o büyük büyük katkılar değil.

Okurunuzu aptal durumuna sokmayın ve buna rağmen hâlâ birileri eserlerinizi okuyorsa, siz onları inandırabiliyorsanız ya da bu okurlar yazdığınız bu acılara kendini kaptırıyorlarsa ve yazdıklarınızdan hakikaten de hisleri tavan yapıyorsa, belki de gerçekten yeteneklisiniz ve bence de sıçın bu okurun ağzına, hem de sonuna kadar.