İlker Cihan Biner / Agos

Balzac'ın “Bilinmeyen Başyapıt”ındaki ressam Frenhofer on yıl boyunca, tuvalinde sadece bir sanat eserinden ibaret olmayacak bir şey yaratmaya çalışmıştır. Frenhofer, sanatı sanatla silmiş, “Yüzenler” tablosunda düşüncesinin ve hayal gücünün canlı gerçekliğini yaratmaya çabalamıştır. Gelen ziyaretçilerine şöyle der: “Benim yaptığım resim değil, bir duygu, bir sevdadır...!”

Balzac'ın romanına gönderme yapmamın sebebi; Taner Ceylan'ın eserlerinin tıpkı Frenhofer'ın eserleri gibi bir duyguya dönüşmüş olması. Sözümü çok fazla uzatmak istemem. Bu hafta “şapgir” sayfalarında sanatçı Taner Ceylan'ı ağırladık. Onunla kâh kişisel kâh sanat yolculuğuna dair konuştuk.

- Georges Bataille bir makalesinde şöyle diyor: ‘Ressam haz vermeye mahkûmdur. Ne yaparsa yapsın resmini tiksinti nesnesine dönüştüremez.’ Kendinizi haz vermeye mahkûm biri olarak hissediyor musunuz?  

Oscar Wilde ise “Sanat hiçbir işe yaramaz” diyor. Resmi meydana getirdikten sonra çizdiği macera kendisine ait. Her sergilendiğinde kendisini tekrar tanımlıyor. Ben kendimi tuval başında yaşadıklarımdan sorumlu tutuyorum. Normal sürdürdüğümüz gündelik yaşamımızın dışında akan bir yaşama sahibim resim yaparken. Kurduğum ve oluşturduğum dünyada var oluyorum, bu benim tercihim. Bu nedenle ikinci şahıslar nazarında “Süper Asosyal” olarak tanımlanıyorum. Diğer taraftan sosyal hayatı oldukça sıkıcı ve yorucu buluyorum. Ama tüm günümü tuval başında geçiriyor olmamda, başkalarının gözünde sıkıcı ve yorucu. Meydana gelen resim, onu yaparken belli bir alışverişin sonunda ortaya çıkan bir yaşam formu oluyor. “Taner Taner” isimli resmimden dolayı çalıştığım üniversiteden atıldığımı düşünürsen herkese haz vermediği de ortada.

 

Taner Ceylan, '1553', 215x140cm, oil on canvas, 2011.

- Van Gogh’un öldüğü gün cebinde şu not bulunur: ‘Eserlerime gelince,onlarda hayatımı riske attım ve aklıselimim onların içinde eriyip gitti.’ Sanatsal üretiminizle kişisel hayatınız arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz?

Yukarıda da bahsettiğim gibi bu bir yaşam biçimi. Bu alanda kendi biosferinizde yaşayabilirsiniz. Van Gogh, kardeşi Theo’nun desteği ile bunu yapabildi, ben ise resmimi satabildiğim için bunu yapabiliyorum. Ama gündelik hayatınızdan koptuğunuz anda rasyonel düşünce giderek flulaşabiliyor ama bu işin doğası. Yoksa başka türlü ikna edici bir sanat ortaya koymanız çok zor. Özellikle bugün bu bir lüks, bunun farkındayım, burada kaybolmaya gönüllüyüm...

- Seyircinin ya da koleksiyonerin ‘sanat’ kavramına sızdığı, sanatı estetiğin yüce mekânına hapsettiği bir çağda yaşıyoruz. Siz fazlaca talep gören ve beğenilen bir sanatçısınız. Bu durum sanatsal üretiminizi etkiliyor mu? 

Çok iyi niyetlisiniz. Evet, seyircinin ya da koleksiyonerin ‘sanat’ kavramına sızdığı bir dönemdeyiz ama bu, onların estetikten anladığı ve ona göre davrandığı anlamına gelmez. İstisnalar hariç tabii ki. Son dönem Türk sanatı yatırım aracı olarak şişirildi ve sunuldu, içeriğinden ziyade isimler üzerinden bu alışveriş ve ilgi sürdü. Estetik beğeni öyle kolay elde edilecek veya kitaptan öğrenilecek bir şey değil, yaşamınızın içinde olması gerekiyor ve yıllar alan bir  süreç. Örneğin Wagner'i dinlemek ve ondan hoşlanmak yıllarımı aldı ve hayatıma olan katma değeri eşsiz. Burada yüksek sanat diyebilmeliyiz, popüler sanatla karıştırmamalıyız. Bacon veya Jenny Saville'i, Jeff Koons veya Damien Hirst'le aynı kefeye koyamayız ve aynı pazarda değerlendiremeyiz veya Pina Bausch'u...Bana olan ilgi bugün öyle, yarın başka türlü. Unutmayın ki, işimden oldum, ölüm tehdidi aldım, bana tahsis edilen korumalarla aylarca birlikte yaşadım, ertesi gün ülkenin yaşayan en pahalı ressamı ilan edildim, bugün kendimi New York'ta buldum, sadece istediğim resmi yaptım diye. Etrafımda çok şey olup bitiyor ve benim dışımda seyrediyor. Duygusal olarak dâhil olmadım, küçük atölyemde yıllardır yaptığım gibi resmimi yapmaya devam ediyorum. Tek gayem beni resim yapma sürecimden alıkoyan etmenleri hayatıma sokmamak.

 

Taner Ceylan, FakeWorld (Lost Paintig Series), Oil on canvas, 160 x 130 cm, 2011.

- Türkiye’de sanat toplumsal seferberlik alanının dışına çıkmamıştır pek. Örneğin; sizin için ana akım medyada ‘Türk resminin koleksiyonerleri peşinden koşturan starı Taner Ceylan’, ‘Türk ressamın büyük başarısı’ gibi manşetler atıldı. Yalnızca ulusal-kültürel unsurlarla sanatı açıklayabilir miyiz? 

Tabii ki açıklanamaz ve toplumsal seferberlik alanının dışına da zor çıkar. Çünkü bir katma değer olarak değil, bir değer eksilten unsur olarak algılanıyor. 10 Ekim Leyla Gencer’in doğum günü, bir dünya medyasına bakın, bir de yerel medyaya... Malumunuz bugün sanat yaşamın her alanından sökülmeye çalışılıyor. Ana akım medya sanatı şekillendirmiyor, onlar geniş kitleleri etkileyen manşetlerin peşindeler. Bunu da doğal karşılamak gerek, Türkiye'den çıkmış ve New York’ta ana akım bir galeride sergi açmak, ülkenin yaşayan en pahalı ressamı olmak gibi bir sürü flaş başlığı içinde barındıran bir figürseniz oluyor, yoksa hiçbirinin derdi sanatı açıklamak değil. Örneğin, Art News Paper veya Huffington Post’ta hakkımda atılan başlıklar daha sağlıklı o açıdan. Belirli bariyerleri aştıktan sonra, belirli mecralar, belirli yakıştırmalar yapıp isminizi cilalayıp sunuyorlar, yarın da New York'un bilmem ne ressamı veya Amerikan sanatının bilmem ne ressamı denilmeyeceği ne malum?

* Görseller, Taner Ceylan’ın ve Paul Kasmin Gallery’nin izinleriyle kullanılmıştır.