Gürkan Hacır, Akşam gazetesindeki bugünkü köşesinde Nuri Bilge Ceylan filmleri üzerine yazdı. Ancak onun derdi sadece NBC değilmiş, meğer yurtdışında ödül alan Yılmaz Güney'den Orhan Pamuk'a kadar herkese bir takıntısı varmış. İşte o yazı:

Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi 'Bir Zamanlar Anadolu'da' Cannes jüri özel ödülünü aldı. Ve bu prestijli ödülü çantasına koyup geçtiğimiz hafta Türkiye'de izleyiciyle buluştu. Dünyanın en görkemli ödüllerinden birinin sahibi olması sonucu yine değiştirmedi. İlk 3 günde sadece 18 bin izleyici filme ilgi gösterdi. Bu sayı, bırakın gişe rekortmeni filmleri, sıradan bir film için bile başarısızlık kabul edilir.

Peki birbiri ardına dünyanın en özel ödüllerini toplayan Nuri Bilge Ceylan, neden hiç ama hiç izlenmiyor. Türk izleyicisi neden dünyaca ünlü yönetmenine ilgi göstermiyor?

ESKİDEN GİŞE YAPMAYAN FİLMİ FESTİVALE YOLLARDIK!

Peşinen söyleyeyim. Dünyada da durum hemen hemen aynıdır.

Festivallerde başarı kazanan filmler sanat filmi unvanıyla anılır ve gişe başarısı yakalayamaz. Ama sonuç hiçbir zaman bizdeki gibi dramatik sonuçlar yaratmaz

Örneğin Cannes'da en iyi yönetmen ve jüri büyük ödüllerini alan NBC'nin bütün filmlerinin gişesinin Mahsun Kırmızıgül'ün tek filminin bir günlük gişesinden bile az olduğunu biliyor musunuz? Ama önce bizim ilk uluslar arası ödüllü filmimiz 'Susuz Yaz'ın benzer hikayesini anlatayım.

Susuz Yaz, Necati Cumalı'nın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan bir filmdi. 1963 yılı yapımı filmin yönetmeni Metin Erksan yapımcısı ise Ulvi Doğan'dı. Konusu ise bir Anadolu kasabasındaki susuzluk ve kadınsızlık üzerine kuruluydu. Başrollerini Hülya Koçyiğit ve Erol Taş paylaşıyordu. (Bu film Hülya Koçyiğit'in beyazperdedeki ilk filmiydi.)

Film 1964 yılında vizyona girdi. Ancak tam bir hüsrana uğradı. İlk bir hafta içerisinde sadece birkaç yüz izleyici filmi izlemişti. Bir de üstüne üstlük filmin yasaklanma haberi yapımcı Ulvi Doğan'ı harekete geçirmeye yetti. Filmi gizlice yurtdışına çıkarttı. Amacı festivallere götürüp en azından yarışmalara sokmaktı.

Yani o da NBC'nin kaderini paylaşmıştı. Ama tersinden. Önce vizyona çıkmış. Gişe yapmayınca festivalin yolunu tutmuş ve Altın Ayı'yı almıştı. Yani 'festivalde başarı/gişede iflas' denklemini ilk kuran NBC değildi. Altın Ayı'lı Susuz Yaz bunun ilk örneğiydi. (Susuz Yaz'ın yurtdışında Hülya Koçyiğit'e benzeyen bir başka oyuncuyla porno filme dönüştürülme hikayesini veya Bademler Köyü'nün oyuncularını bir başka yazıya bırakayım) Ama şunu ekleyeyim. Susuz Yaz Berlin'deki ilk gösteriminde yuhalanmıştı!

Gelelim Nuri Bilge Ceylan'a...

Geçen yıl Cannes'daki ödül töreninde söylediği 'Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum' sözü hepimizin kalbine dokunmuştu. Günlerce bu cümlenin bizi nasıl da güzel tarif ettiğini konuşmuştuk. Bir Türk yönetmen uluslararası bir arenada ezilen ruhumuzu ayağa kaldırmıştı. Peki ama onu neden gişede yalnız ve bir başına bıraktık!

Bence sebepleri...

1 ) Tarkovsky etkisinden bir türlü çıkamıyor...

Sovyet yönetmen Andrey Tarkovsky dünyada birçok yönetmeni etkilemiştir. Onun anlatım dili peşi sıra gelen birçok yönetmen tarafından örnek alınmıştır. Nuri Bilge Ceylan'da da Tarkovsky izleri görülür. (Özellikle son filmi 'Bir Zamanlar Anadolu'da' Tarkovsky'nin Stalker filmini andırıyor. Tren metaforu, siyah köpek, doktor ve rüzgarda başakların dalgalanması sahneleri Stalker'in birebir aynısıdır.) NBC'nin filmlerindeki bize anlamsız ve upuzun gelen sahneler Tarkovsky'nin etkileridir. Ancak Sovyet yönetmen bu anlamsız gibi gözüken kareleri mutlaka filmin sonunda bir olaylar örgüsüne bağlar. Seyircinin aklında herhangi bir boşluk kalmazdı. Ne yazık ki NBC bunu beceremiyor.

2 ) Cast yönetemiyor...

NBC ne yazık ki güçlü bir oyuncu kadrosunu yönetemiyor. İşinin profesyoneli markalaşmış oyuncuları tercih etmiyor. Çünkü onları idare etmenin ve rol giydirmenin ayrı bir 'iş' olduğunu biliyor. Kendisi, eşi, akrabaları ve arkadaşları gibi amatör oyunculardan sanat çıkartmaya çalışıyor.

Son iki filminde bunu biraz olsun yıkmaya çabaladı. Ama ne Yılmaz Erdoğan ne de Yavuz Bingöl gerçek bir sinema profesyoneli değildi. Gişeye de katkıları olmadı.

(Bu arada hakkını teslim edeyim. Ercan Kesal'ı muhteşem bir karakter oyuncusu olarak sinemamıza kazandıran da NBC olmuştur.)

3 ) Kentli insanı yakalayamıyor...

NBC kültür dünyamızı çoktan terk eden bir sosyal doku üzerinde çalışıyor. Köy ve kasaba üzerine yazılan romanlar öyküler satmıyor okunmuyor. Fakir Baykurt'ların başını çektiği köy romancılığı tam anlamıyla bitti. Okuyucu/izleyici köyle ilgili bir şeyi ne okumak ne de izlemek istiyor... (TV'leri kuşatan ağa dizileri başka fasıl)

Bakınız... Düşük sosyo-ekonomik yapıdan veya kültür düzeyinden söz etmiyorum.

Pekala, kentin kıyısından, varoşlardan hikayelerde anlatabilirsiniz. Bir varoş mahallesi veya alt tabakanın hikayesi köy/kasaba hikayelerinden daha sıcak geliyor izleyiciye. Eğer köy/kasaba filmi yapıyorsanız sığınacağınız imgelerin başında tren gelir.

NBC'nin içinden tren geçmeyen filmi yoktur. 7 filminin hepsinde mutlaka bir tren sahnesi görür ve sesini duyarız. (Hatta bu o kadar abartmış halde ki son filminde anlattığı olayla hiç ilgili olmadığı halde yine bir tren sahnesi görüyoruz.) Günümüzde kaç kişi halen treni kullanıyor? Veya çocukken seyrettiğimiz filmlerin vazgeçilmez metaforu olan tren hangimizi filmlerde etkiliyor?

4 )Temel maddi hataları yapmaktan geri durmuyor

Sadece birkaçına değineceğim.

Üç Maymun'da Yavuz Bingöl sabah namazını hava aydınlanmışken kılıyordu. Yani sabah ezanı okunurken gün ışımıştı. Yine aynı filmde cinayet zanlısını bir karakol komiseri sorguluyordu. Oysa bu iş cinayet masasının işidir. Ve öyle çay/kahve dostluğu arasında sorgulama yapılmaz.

Son filmine gelelim.

Film neredeyse 30 dakika boyunca bir cinayet zanlısının yer gösterme sahneleriyle sürüyor. Ama bu iş hep gece yapılıyor. En küçük karakol polisi bile bilir ki yer gösterme (eğer güvenlik gerekçesi yoksa) kesinlikle gündüz yapılır. Çünkü zanlının gece suç mahallini karıştırma ihtimali vardır. 1000 voltluk özel donanımlı farların yarattığı ışık oyunlarının cazibesine kapılan NBC farkında olmadan 'gece yer gösterme' sahneleriyle adli tarihe geçiyor.

Sonra domuz bağıyla maktulü bağlayan katil sahnesi. Domuz bağı uzmanlık isteyen bir bağlama biçimidir. Öyle önüne gelen herkes yapamaz. Bunu Hizbullah operasyonlarını izleyen her meraklı izleyici bilir.

5 ) Sorular yumağına dönüşen filmler yapıyor...

Son filminde gerçek katili biliyor muyuz? Hayır! Cinayetin sebebi konusunda hem fikir miyiz? Hayır! Savcının gizli dünyasını tahmin edebiliyor muyuz? Hayır! Bitmek bilmeyen sorular birbirini izliyor... Tam bir sorular yumağı. NBC ne anlatmak istemiş ve biz ne kadarını anlamışız. Belli değil.

6 ) Erkek filmleri yapıyor...

İster kabul edelim ister etmeyelim. Çok özel projeler hariç kadınların ilgi göstermediği bir filmin gişe başarısı yakalaması zor. NBC de her seferinde bunu deniyor. Simsiyah, karanlık, erkek filmleri yapıyor. Erkek hikayelerinin anlatıldığı katı bir sinema anlayışı var. Bu da ister istemez kadın izleyiciyi salondan uzaklaştırıyor.

Peki nasıl oluyor da ödülleri topluyor?

Bu soruya bir de neden Türkiye'de çok fazla ödül alamıyor sorusunu ekleyebiliriz. Sebep aslında çok basit! Oryantalist göndermeler Türkiye'deki jüriyi etkilemiyor. Örneğin 1990'ların başında kullanılan ve artık çöpe atılan 'komik cep telefonu müziği' esprisi belki Avrupalıları etkileyebilir ve ironik gelebilir. Ama bizde çok ucuz duruyor. Hiçbir yerli izleyici bundan etkilenmez.

Avrupa'da durum farklı... Oryantalizm her zaman iş yapıyor. Unutmayın Yılmaz Güney'in Yol'u da oryantalistti. Aynı şekilde Fatih Akın'ın ödüllü filmlerinde de aynı havayı görürsünüz. Bir de Avrupa sinemasının 'tanrısı' Tarkovsky türü anlatımı oryantalizme eklediniz mi Avrupa'da yolunuz açıktır. Nuri Bilge'de bu alanı güzelce dolduruyor. Ama filmleri bize kuru, tatsız, yavan geliyor. İçimizi ısıtmıyor.

Son söz...

Cannes fatihi bir yönetmenimiz var ama filmlerini izleyemiyoruz. Nobel almış bir yazarımız var. Ama kitaplarını okuyamıyoruz.

Bu da bizim vazgeçilmez talihsizliğimiz!