Evvelki hafta Mizah Festivali ekibi olarak Çatalca’daki Nesin Vakfı’na gittik. 2011 baharında yapılacak Mizah Festivali’nin ısınma turlarının ikincisiydi bu..
Isınma turlarının ilkini üç ay önce Cihangir’de atmış, Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hoca’sını, İşçi Sınıfı’nın Yaşar Usta’sını, Kahkahamızın İbiş’ini, Sadece Güner’in değil, hepimizin babası Münir Özkul’u ziyaret etmiştik. Evinin penceresinin altında, “Mahmut Hoca, Mahmut Hoca” diye tempo tutmuş, o da hasta haline rağmen pencereye çıkıp bize el sallamıştı.
Aziz Nesin’i ziyaretimiz de bir çeşit saygı duruşu, bir çeşit hasret çağrısıydı.
Bu çok özel günü bir şekilde bu yazıya taşımalıydım. Ama bunu yaparken mevzuyu da bir şekilde bisiklete bağlamalıydım. (Cemal Süreya’nın yazdığı portrelerde son cümle bir şekilde şemsiyeye bağlanır ya; o hesap.)
Özlüyor musunuz Aziz Nesin’i?
Ben çok özlüyorum.
Aydınlar dilekçesi için, “Vahdettin de aydındı. Ben ne yapayım öyle Aydın’ı?” diyen Kenan Evren’e, “Vahdettin’in aydın olup olmadığını bilmem ama devlet başkanı olduğu kesindir” diyen ve bunu 12 Eylül'ün karanlığı sürerken yapan cesaret abidesini özlüyorum. (O dilekçeye imza atanlardan bir kısmı daha sonra cark etmiş, "ben kooperatif dilekçesi zannetmiştim" diyenler çıkmıştı. Allah bilir şimdi emlak zengini olmuşlardır)
Ziya ül Hak bir suikastta öldürülünce, “Aziz kardeşimi kaybettim” diyen aynı Evren’e, “Aziz kardeşini kaybetmedin, Ziya kardeşini kaybettin, Aziz kardeşin taş gibi burada” diyen mizah ustasını özlüyorum.
Aydın üstüne vazife olmayan işe karışan kişidir” diyen beyni özlüyorum.
(Çok yıllar sonra, Umberto Eco “Aydın kriz çözmez, kriz çıkartır” diye çok benzer bir cümle kurdu... Hey gidi Aziz Usta, acaba bu topraklarda doğmak mıydı şanssızlığın?)
***
Vakıf'tan dönerken Aziz Nesin’in şeytan arabasıyla arası nasıldı diye merak ettim. Çocukluğu yokluklarla geçmiş biri olarak hiç bisikleti olmuş muydu acaba diye 'saf' düşüncelere kapıldım.
Bu sorunun cevabı için sayısı yüzlere varan kitaplarını karıştıracak durumum yoktu. Nesin Vakfı’ndaki arkadaşlardan rica ettim. Sağolsunlar ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in 1. cildinde şöyle bir bölüm buldular: “Kıvırcık saçlı Haşim’in velespiti (bisiklet) vardı, meşin beş numara topu vardı. Topuyla başka çocukları da oynatırdı. Bisikletineyse kimseyi bindirmezdi. Çünkü topu yalnız başına oynayamazdı ama bisikletine yalnız başına binebiliyordu.”
Belli ki büyük usta biraz da Haşim'in yüzünden bisiklete binmeyi öğrenememiş.
Ali Nesin babasına yazdığı mektupta: “...Nisan başında Türkiye’ye gelip bir ay kadar kalacağım. Sonra, kulaklarınızı iyi açın, şaka değil gayet ciddi söylüyorum, bisikletle Paris’e gideceğim...” demiş.
 
Aziz Nesin ise: “Bisikletle İstanbul’dan Paris’e gitmek düşüncene bayıldım. Annen önce köpürdü, kıyameti kopardı. Neyse sana esprili bir cevap yazmış. Ben de bisiklete biner birlikte gideriz demiş... Ne yazık ki bisiklete binmesini bilmediğim için, ben sizin bu turunuza katılamam...” diye cevap vermiş.
Oysa ne yakışırdı ‘Çağımızın Nasreddin Hocası’na bisiklete ters ters binmek...

Bakınız Barışapedal >>> Aydan Çelik / [email protected]