Köklü bir tarihe sahip olan Lazlar, dillerine ve kültürel geçmişlerine sahip çıkıyorlar. Temel fıkralarının ötesinde bir halktan bahsediyoruz. Son yıllarda Türkiye’deki birçok kimlik kendini ‘Türk’ toplumuna anlatmaya çalışıyor.

Uzun bir süredir Kürtler, Ermeniler ve Rumların mücadelesine aşinayız. Fakat bahsedilen halkların dışında kalanlar daha fazla varolma mücadelesinde ve emekleme döneminde. Bu durum hem ülkedeki demokrasi ortamı hem de halkların mücadele biçimiyle alakalı olsa gerek. Efe Beşler'in gazeteduvar'da yer alan yazısına göre Lazlar da kendini yeni yeni topluma anlatmaya, görünür olmaya başladı.

80’LER VE 90’LAR VERİMLİ YILLARDI

Aslında dünyanın küreselleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle kimlik siyaseti belirginleşti. Lazlar da, 80’lerde başlayan 90’lardan sonra hızlanan süreçte kendi kimliklerine daha fazla sahiplenmeye başladılar.

Genelde kitleler tarafından olan Lazları, daha çok Temel fıkraları, çay ve yemekleriyle tanıyoruz ve biliyoruz. Laz kimliğinin ortaya çıkmasının en belirgin ve popüler örneklerinden biri de Kazım Koyuncu’dur herhalde.

Aslında Lazlar kültürünün, dillerinin ve tarihsel bir geçmişlerinin olduğunu da maalesef ki ıskalamaktayız. Fakat Lazlar bize bundan fazlasını sunuyorlar. Görebilmek, duyabilmek, empati kurabilmek başlıca öğrenme, tanıma biçimi. Bu nedenle, Lazlar çarşamba günü Komşu Kapısı Maçka Dayanışma Derneği’ndeki söyleşide tartışıldı ve konuşuldu.

Gezi Direnişi sonrası Maçka Dayanışma Forumu’na bağlı olarak kurulan Komşu Kapısı Derneği, ağırlıklı olarak şiirli meşkler, sinema, müzik, masal geceleri, siyasal tarih söyleşileri ile kültür sanat ortamına değerli katkılar sunan bir oluşum.

Çarşamba akşamı da Lazların tarihi ve dilleriyle ilgili çok faydalı ve zihin açıcı bir söyleşi gerçekleştirildi. Söyleşiden önce Elif Ergezen’in yönetmenliğini yaptığı Şairişi Ğura (Şairin Ölümü) adlı belgesel izlendi. Lazlar içinde çok saygı duyulan şair, yazar, ressam Xasani Helimişi’nin hayatını, kızının gözünden anlatan harika bir belgesel. Belgesel Şairin, kimliğinin peşinde dünya savaşlarından Sovyetler Birliği’nde sürgün edilmesine kadar uzanan acısını ve umudunu anlatıyor. Umudunu ve dilini kaybetmeyen bir şairin hayatı. Bu belgeseli izlemek için linke tıklayabilirisiniz.

LAZLARIN TARİHİ MİLATTAN ÖNCEYE DAYANIYOR

Belgesel sonrasında Enis Rıza Sakızlı’nın moderatörlüğünde, konuşmacılar Kutay Derin Kuğay ve İrfan Çağatay Aleksishi ile Türkiye’nin en az tanınan veya en yanlış tanınan halkı olan Lazların kimliği, tarihi ve dili konuşuldu. Öncelikle kadim bir halk olan Lazların tarihi, kimliği ve dili hakkında sunumunu yapan Çağatay Aleksishi, Lazların millattan önceki dönemlerde Kolkhis adı ile ortaya çıktığını söyledi.

Kolkhis Krallığı ile başlayan tarih boyunca, bugünkü Batı Gürcistan bölgesinde Gürcüler, Abhazlar, Lazlar ve Megreller ile birlikte yaşamışlar. Lazlar ile Megrellerin aynı dili konuştuğunu belirten Çağatay Aleksishi, Lazların tarihte ilk defa 1’nci yüzyılda isimlerinin geçmeye başladığını anlattı. İlerleyen tarihlerde Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olarak yaşayan Lazlar, 6. yüzyılda Hıristiyanlaştılar. Laz coğrafyası (Karadeniz’in doğusu ve şu anki Gürcistan toprakları), Arap akabinde Türk akınları ile beraber Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) elinden çıkarak, 1461’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiş.

Bu devirden sonra Lazlar 1550’lü yıllara kadar önemli adledilecek bir nüfus müslümanlaşmış ve 1600’lü yılların ortasına kadar da %90’nı İslam dinine geçmiş. Lazların o dönemlerde yaşadığı bölge, bugünkü Rize’den Sarp, Batum’a kadar olan bir coğrafya.

LAZİSTAN SANCAĞI VE ARTVİN İLLERİ

1204 yılından itibaren, Laz coğrafyasına ‘Théme this Megale Lazias yani Büyük Lazia Teması denmeye başlanmış. Osmanlı döneminde ise Trabzon Sancağına veya eyaletine bağlı idari bir birim olmuş. 1850’de ise Lazistan Sancağı kurulmuş. Bu sancak 1928’de, Türkiye Cumhuriyeti tarafından ağvedilmiş ve yerine Rize ve Artvin vilayetleri kurulmuş.

Günümüzün Laz coğrafyasına bakıldığı zaman, Pazar’dan Sarp’a yani Gürcistan Batum’a kadar uzanan bir bölgede yaşadıklarını biliyoruz. Genelde Trabzon’a Laz denmesine rağmen, Çağatay Aleksishi bunun yanlış bir tanımlama olduğunu, Trabzon’da Pontus Rumlarının yaşadığını ifade ediyor. Biraz detaylı söylemek gerekirse, Lazlar çoğunlukla Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Borçka, Murgul, Çamlıhemşin, Hopa ve Sarp’da yaşıyorlar. Yani oldukça dar bir coğrafyadan söz ediyoruz. Bununla birlikte, 93 Harbinde Düzce, Sapanca, Yalova ve dolaylarına yerleşmiş önemli bir Laz nüfusu daha vardır.

AHMET TEFİK BEY’İN HAYALİ: İSLAM COĞRAFYASININ İSVİÇRESİ

Çağatay Aleksishi, Lazların tarihi ve coğrafyasını anlattıktan sonra Lazcanın tarihçesine ve politikalarına geçti. Hepimizin bildiği gibi, dil iletişimin en önemli hususu. Hatta diyebiliriz ki, dil eşittir kimlik. Bu sebeple, Lazca da dar bir bölgede konuşulsa da, Lazlar son yıllarda dillerine sahip çıkıyorlar. İrfan Çağatay Aleksishi’ Laz tarihine hakim olmasının yanı sıra, Lazca ile ilgili bilgisi de çok fazla.

Söyleşi Lazca’nın hangi dil ailesinden geldiği ile başladı. Güney Kafkas Dilleri, Kart (Gürcü dili), Zan (Megrel ve Laz) ve Svan dili olarak dört parçaya ayrıldığını söyleyen Çağatay Aleksishi, Güney Kafkasya Dili ailesine bağlı olan Lazca’yı yaklaşık 1 milyon insan konuştuğunu belirtti. Tabii ki Lazca da, diğer diller gibi, yıllar içinde Rumcadan, Gürcüce ve Osmanlıcandan etkilenmiş.

İrfan Çağatay Aleksishi, Lazca’da iki diyalektin kullanıldığını, bunlardan birinin Hopa, diğerinin de Arhavi-Pazar olduğunu söylerken, Mergrelce’nin coğrafi konumunun ovada olmasından dolayı diyalektlerinin çok fazla ayrışmadığını da ekledi. Çağatay Aleksishi’nin teknik açıklamalardan sonra, Osmanlı ve Türkiye’deki dilin gelişim hikayesini örneklerle açıkladı.

1914’ten itibaren ilk kez İstanbul’da Laz Talebe Cemiyeti olarak örgütlendiğini, sonrasında da 1918 yılında ‘Laz Tekamül-i Milli Cemiyet-i Hayriyesi kurulmuş. Ahmet Tefik Bey’in (Yücesoy) kurduğu bu cemiyet Lazca ve Lazistan’ın halkı için önemini vurgulamış. Temel amaç dili Lazistan’ı Çağatay Aleksishi’nin söylemiyle, ‘İslam coğrafyasının İsviçresi’, yani hilafete bağlı yarı-bağımsız bölge yapmak istemiş.

93 Harbi’nde Rusya’ya bırakılan Lazlar, Rusya’ya bağlanmak istemedikleri için isyan ettiler. Sonrasında elden çıkan Batum’da çeşitli Laz Cemiyetleri kuruldu. Fakat 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra başlayan tekçi politika ile Anadolu’da yaşayan otokton halkların sesi kısılmaya başlandı. Bu durumdan haliyle, Lazlar da çok etkilendi. Yıllarca suskun kaldılar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öncesi ve sonrasının aksine, Rusya ve sonrasında kurulan SSCB’de, Lazca ciddi şekilde hareket imkanı buldu. Bu duruma katkıda bulunan en önemli isimlerinden biri de İskender Tsitaşi. 14 yaşında Kızıl Ordu’ya katılan Tsitaşi, çok idealist bir komünist. Tsitaşi Laz olmasından dolayı ünlü Rus dilbilimci Nikolay Marr’ın derslerine girmiş, ardından gazete de çıkarmış.

Tşitasi 1930’ların başlarında ilk ve ortaokullar için Lazca alfabe, matematik kitabı, çeşitli ders kitapları hazırlamış. Fakat 1935’den sonra özellikle edebi Laz dilinin oluşturulması, Latin alfabesinin kullanılması gibi konularda Gürcü akademisyenler ve yöneticilerle ters düştü. Kendisi de Megrel olan Lavrenty Beria tarafından tutuklandı ve 1938’de idam edildi. Ve sonrasında da, Lazca eğitim müfredatından kaldırılmış.

LAZCA ALFABESİ İÇİN YAPILAN ÇALIŞMALAR

Lazca’nın günümüz Türkiye’sindeki yolculuğuna baktığımız zaman, 1923 ile 1980 dönemine kadar Lazca açısından önemli bir hareket olmamış. 1984’de Alman Wolfgang Feuerstein Lazca alfabe çalışması yapmış. Ardından Kaçkar Kültür Çevresi kurulmuş. 1993 yılında Laz kültürünün devamı için Türkiye’de Ogni Dergisi çıkmaya başlamış. 2002 yılından sonra Avrupa Birliği kriterlerinin uygulanması ile beraber Lazca kursları açıldı. 2014 yılında Milli Eğitimin ilgisizliğine rağmen Lazca ders müfredatı hazırlanmış, 2015 yılında 300 dolayında Laz öğrenci için örgün öğretime başlanmış. Fakat çözüm sürecinin bozulmasının ardından, Çağatay Aleksishi 2016 yılında Lazca’ya devam eden öğrenci sayısında düşüş olduğunu ifade etti.

Şu an Lazca eğitim Ardeşen, Fındıklı ve Boçka’da yapılıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, Lazlar günümüzde her ne kadar toplum tarafından karikatürize edilseler de, onlar kendi kimlik ve dillerine sahip çıkıyorlar. 1923 sonrasında uygulanan tekçi politikalarla, birçok halk kendi ana dilini konuşamaz oldu. Bu durumdan en çok Kürtler ve Zazalar etkilenirken, Lozan Antlaşması dahilinde Ermeniler ve Rumlar kendi dillerini en azından okullarında zor da olsa öğrenebildiler.

Fakat Lazlar 1960’lara kadar devlet ve kurumlarıyla pek de ilişki kurmadılar. Ta ki çay fabrikaları açılana kadar. Ardından dünyanda ortaya çıkan gelişmeler sonucunda Lazlar yavaş da olsa kendi dillerine sahip çıkmaya başladılar. Fakat Kürtler kadar şanslı değiller maalesef. Çünkü destekleri çok az ve örgütlü değiller. Hızlıca asimile olan halklardan olmuşlar.

Türkiye’nin demokratik anlayışının çok dar olması sebebiyle, Türkçe’nin dışındaki dillere hep bir tehdit olarak bakıldı. Bunun akabinde de, yasaklar, kısıtlamalar vb ile karşılaşılaşıldı. 2000’li yıllardan sonra görece liberalleşen ortamda, Lazca ile ilgili kitaplar yazılmaya, söyleşiler yapılmaya başlandı. Artık Lazlar kendi kimliklerine daha fazla sahip çıkıyorlar, ana dilinin önemini kavrıyorlar. Fakat en önemli engellerden biri de Türkçe’nin hem ekonomi de hem de sosyal, kamu alanında tek dil olarak baskın gelmesini söyleyebiliriz.

Ana dil meselesini gençler, orta-yaşlı ve yaşlılar kadar pek de sahiplenmeyebiliyorlar. Bu nedenle, gelecekte Lazca ve diğer otokton halkların dilleri maalesef böyle bir tehlike ile de karşı karşıya. Umarım bir gün Türkiye’de tüm halkların dili özgürce ve korkulmadan konuşulur. Halklar demokratik bir ortamda anayasal eşitlik içinde yaşarlar.

Bu konuyla ilgilenenler için aşağıdaki kitaplar önerilebilir:

*Bu Bir İsyan Şarkısı Değil! Lazlar, Kimlik, Müzik – Nilüfer Taşkın, İletişim Yayınları

*Dil, Tarih, Kültür ve Gelenekleriyle LAZLAR – Ali İhsan Aksamaz, Belge Yayınları

*Laz Dili Temel Dersleri – Ali İhsan Aksamaz, Belge Yayınları

*Doğu Karadeniz’de Resmi İdeolojiler Kuşatması – Ali İhsan Aksamaz, Belge Yayınları

*Geleneksel Pontos Halk Tiyatrosu – Hristos Samuilidis – Belge Yayınları