M. Serdar Korucu / BirGün

Başkent Ankara “boş evler”, barındırıyor içinde. 21 Mayıs’a kadar ziyarete açık olan ve Ankara’nın çehresinin değişimini konu alan “Boş Evlerden Şehir Olmaz” sergisi; bunun, bozkırın üstündeki sıra sıra betonun kanıtı.

Ankara’da ne soykırımın yıkıcı rüzgarları esti bugüne kadar, ne de kanlı katliamlar gördü duvarları. Elbette acılar yaşandı ancak cumhuriyet Türkiye’sinin ilanından önce küçük bir yerleşim birimi olduğu için hiçbir zaman başından geçenler ülke gündemini sarsmadı. Fakat bu nispeten sakin geçmişine rağmen bugün ülkenin başkenti, “boş evler” barındırıyor içinde. Eski sahipleri onlarca yıl önce öldürülmeyen ya da torunları yüzlerce kilometre öteye savrulmayan ancak yine de pencerelerinden bakanı, içlerinde nefes alanı olmayan evler. Üstelik bu mekanlar yeni inşa edilmiş durumda. Bu tablonun ortaya çıkmasının nedeni kentsel dönüşüm dalgasının şehri dalga dalga vurması.

“GELİŞMEKTE” OLAN HASTALIK

Bozkırın üstünde beton ormanlar yaratım sürecini, Ankara’nın çehresinin değişimini konu alıyor, 21 Mayıs’a kadar açık olan “Boş Evlerden Şehir Olmaz” sergisi. M1886 sanat projeleri, ODTÜ ve şehrin beş farklı mekanında düzenlenen sergi adını içindeki Yona Friedman’ın eserinden alıyor. Akılda yarattığı sorularla özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki bu yaygın hastalığı, “kentsel dönüşümü” Ankara özelinde irdeliyor. Fakat verdiği mesajları herkese, her şehre ulaşıyor. Ne de olsa bu ülkenin hatta dünyanın dört bir yanında aynı sistem çalışıyor.

BANKACILIK GİBİ BİR SİSTEM

Serginin küratörlüğünü üstlenen Mehmet Ali Uysal’ın ifadesiyle bankacılık gibi işliyor kentsel dönüşüm. Talep olmadan arz başlıyor bu sistemde de. Önce bir şube açılıyor ardından yatırımcılar çağırılıyor içeriye. Yani önce siteler kuruluyor, evler inşa ediliyor sonra müstakbel ev sahibi olacaklar yani yatırımcılar geliyor. Aslında böyle bir talepleri olmadan. Peki nasıl geliyorlar, nasıl ikna oluyorlar mı dersiniz? Yanıt basit: Sistem herkesi kendi girdabına çekip, çarkının dişlisi olmaya zorlamıyor mu?

DAHA KALİTELİ GÖRÜNME

Çoğu kişi sadece evlerini de değiştirmiyor bu süreçte, kendi kimliklerini de eski mekanlarında bırakıp, başkaları tarafından hazırlanan yepyeni bir “şeye” dönüşüyorlar. Ali Şentürk’ün “Ben Ailemi Çok Seviyorum, Çünkü Onlar Amorf” yapıtı işte bu değişimi vurguluyor. Annesinin evde çamaşır makinesi bozukken plazma televizyon alarak bayram ziyaretine geleceklere yaptığı hazırlığı anlatıyor, daha “kaliteli” görünme çabasını yorumluyor. Ve sonunda aslında kafalarının hala köydeki gibi olduğuna kanaat getirip, taşın en saf hali “amorf” ile simgeliyor onları.

Bazılarıysa bu değişime ayak uydurmamak için isyanını yükseltiyor. Paris Bölgesi Çağdaş Sanat Ağı TRAM’ın da Uysal ile birlikte küratör olduğu sergide Fransız sanatçılardan birinin, Thierry Payet’nin eseri bu tepkileri yansıtıyor. Ankaralıların sesinin, şehrin içinde yaşayan 5 alana yapıştırdığı notlarla yankı bulmasını sağlıyor.

Bu tepkilerde kimi yeni yapılan binaların hızını eleştiriyor, nostalji ile yaşıyor Ankara’da kent yaşamının en fazla 90 yıl öncesine dayanmasına rağmen.

“Devlet bugün kentsel dönüşüm ve modernleşme planı çerçevesinde buraları apartmanlar dikmek üzere bir inşaat şirketine ihaleye verdi. Bütün anılarım yeni bir mimarı düzenlemeyle birlikte silinip gitti”

“Çok katlı konutlar inanılmaz bir hızla yükseliyorlar. Bir yere gittiğinizde orayı tanıyamıyorsun çünkü oraya en son gittiğinde bu gördüğün binalar orada yoktu, henüz inşa edilmemişti”

“Aydınlıkevler benim yaşadığım yer. Şimdi gördüğümde bana dokunuyor. Orada doğdum ben. Pek çok farklı kökenden insan yaşıyordu, orta sınıftan insanlar. Şehrin diğer tarafından insanlar gelince yaşam seviyesi düştü. Bugün orta sınıftaki insanlar Çayyolu, Ümitköy, Yaşamkent gibi semtlerde dublekslerde yaşıyorlar. Ben mi? Çayyolu’nda bir dublekste yaşıyorum”

“Bir mahalle yaşamı vardı ki artık yok, komşularla konuştuğumda herkes gecekondu dönemlerini özlüyor. Herkes dışarıda oluyor, birbirini tanıyordu. “Hadi gel çay içelim” demeler, bütün bu mahalle yaşamı komşuluklar artık yok”

Kimi ise bu değişimin düğmesine basan kapitalizmin simgelerine karşı savaşıyor.

“El yapımı ODTÜ Mc Donald bombası tarifi:

İçindekiler: benzin, cam şişe, buşon, kumaş parçası.

Benzin: Bir benzin istasyonundan birkaç litre benzin alın. Sorduklarında “Arabanın benzini bitti” deyin.

Cam bir şişe, bir buşon ve bir fitil (bez parçası) temin edin.

Biraz boşluk kalacak biçimde şişeye bir miktar benzin koyun.

Şişeyi iyice sallayın.

Fitil iyice benzini emdikten sonra şişenin etrafına dolayın.

ODTÜ’de bir McDonald bulun, fitili ateşleyip binaya fırlatın.

Bu işlemi sonuç alınıncaya kadar fırlatın.”

Bu yazıların yazıldığı yerler arasında kasap ve et lokantası da var, kıraathane de, OSTİM sanayi bölgesi de. Fakat tüm bölgelerde sıcak karşılanıyor Fransız sanatçı. Biri onu kafa tokuşturarak selamlıyor, diğeri elini omzuna atıp arabasının fotoğrafını çekmesini istiyor “belki Paris’te sergiler” heyecanı ile. O kadar kabulleniyorlar ki yapıtlarını, yanına Türk bayrağı bile iliştiriveriyorlar.

Belki de bu çalışmaya yakınlıklarının nedeni, üzerine kalın bir perde çekilmeye çalışılan sistem karşıtı sözlerin sanat sayesinde filtrelerden sıyrılıp kamuyla buluşmasındandır.