Mehmet Üçer / Özgür Gündem

 

Kibar Dağlayan Yiğit’in sinema serüveni, bir hayli önemli anekdotlarla dolu. Öykü dilini geliştirmek için BEKSAV Sinema Atölyesi’ne gider ve orada eline kamerayı almasıyla başlar Kürtlerin, kadınların, işçilerin, çocukların yaşadıklarını beyaz perdeye aktarmaya.

 

Onları anlatırken, kendi öyküsünü de anlatır. Önce ‘Özgürlüğü Ararken’ adlı bir film yapar. Kamuyla paylaşmadığı bu filmini, önümüzdeki yılın Mayıs ayında paylaşmayı düşünüyor. Özgürlüğü Ararken filmi ile feminist, müslüman, eşcinsel, Atatürkçü kadınların hayata ve aşka bakış açılarına eğilir.

 

İkinci filmi, İplik Hayatlar. Bu filminde, Bursa’da yanarak ölen 5 işçi kadının hikayesini anlatır. Ardından üçüncü filmi ‘Camdan Köprüler’ gelir. “Taş atan çocuklar sürekli kafamdaydı. ‘Bu çocuklar niye taş atıyor?’ diye sorardım hep” diyen Yiğit, hemen işe girişir. Yiğit, film çekmek için sadece iki şeye ihtiyacı olduğunu belirtiyor: “Küçük el kameram ve yüreğim.” Şimdilerde üzerine çalıştığı ‘Mutluluğun Resmi’ ile kapitalist sistemin sunduğu sahte mutluluk tablosunu eleştirmeyi düşünüyor. Yaklaşık altı yıldır sinemayla uğraşan Kibar Dağlayan Yiğit’e çalışmalarına ilişkin bir kaç soru yönelttik.

 

Filmlerinizde kadın ve çocukların hikayelerine odaklanıyorsunuz genelde...

 

Kürt kadınları olarak çok derdimiz var. Benim de öyle. Sinemayı da bunları anlatma biçimi olarak görüyorum. Belki çok güzel konuşsaydım bir politikacı olurdum ama benim silahım kamera. Bu, kesinlikle kapitalizme karşı iyi bir silah. “Camdan Köprüleri” izletirken festivallerde hep soruyorlardı, ‘Edirne ya da Kayseri’deki işçi ezilmiyor mu?’ Elbette eziliyor. Kapitalizm ezmek için sınır çizmiyor ama Kürtler, kimliklerinden dolayı da eziliyor. ‘Neden Camdan Köprüler?’ diye sorarsanız, devletin, Türkiye’de iki halk arasına bilinçli bir şekilde yürüttüğü politikalarla kurduğu ve her an kırılmaya hazır köprülerden dolayı derdim. İki halk arasında yaşanan bir sorun değil, devletin kurduğu köprülerdir ‘Camdan Köprüler’. Bu köprüler olmasın istiyorum. Filmi de, İplik Hayatlar’ın ve Camdan Köprüler’in olmadığı bir ülke ve dünya özlemiyle yazdım.

 

Nedir ‘Camdan Köprüler?’

 

Açıkçası ben bu filmi Kürtler için yapmadım. Türkler izlesin diye yaptım. Çünkü Kürtler’in bildiği, yaşadığı şeyleri tekrar tekrar onlara göstermenin alemi yok. Bu filmi Trabzonlu’ya, Giresunlu’ya yaptım. Giresun’da bir seyirci şunu demişti: ‘Taş atan çocuk haklıymış. Ben olsam ben de taş atardım. Bu çocuk böyle yaşıyorsa taş atılmayı hakediyor bu devlet.’ Oysa her şeyi veremedim ben o filmde. Mesela çocuklardan biri ‘Türk çocukları çok yükseklerde gülüyor. Kürt çocukları ise hep eziliyor’ diyerek ağlamaya başlıyor. Hatta koruculuğu bırakıp mevsimlik işçi olan bir aile var filmde. Bunun gibi birçok yanıyla Kürt sorunu var. Tabii ki Kürt sorununu kalkıp 52 dakikada anlatamam. Ama filmdeki kahramanlar üzerinden Kürt sorununu anlatmaya çalıştım. Garip şeylerle de karşılaşıyorum. Mesela Karadeniz’de filmi gösterimi sırasında, filmin sonunda çocukların eve gidiş sahnesine ilişkin bir izleyici, ‘Siz çocukları niye dağa yolluyorsunuz?’ diye sormuştu. Tesadüf o ki, çocukların eve gittikleri sahne sırasında çocukların gidiş yönünde bir dağ var. Ben de, ‘siz öyle algıladıysanız öyledir ama çocuklar eve gidiyorlar’ dedim.

 

Devlet şu an için ‘Camdan Köprüler’in neresinde?

 

O belgeselin kahramanlarıyla yaşadım. Devlet, hâlâ o köprüleri kurmaya devam ediyor. Bu da cam kırıkları getiriyor beraberinde. Bunu sadece Kürtler için yapmıyor. Türkler için de yapıyor. Kürtlere karşı yürütülen bu politikalar, Türklere ve diğer halklara da eğitim, sağlık ve huzur anlamında olumsuz yansıyor. Kısacası bu sorun sadece Kürtler’in değil tüm Türkiye’nin sorunu.

 

Sanatçının ürettikçe öğrendiğini savunuyorsunuz. ‘Camdan Köprüleri’ yaparken oradaki işçilerle nasıl bir ilişki kurdunuz?

 

Orada bir işçi kadın, ‘Ben Kürt olmaktan yoruldum’ demişti. Baskıdan dolayı kimliğinden yorulan bir halk gördüm. Yorgunlardı ama direnmeye devam ediyorlardı. Bu muhteşem bir şey. Güzel günlere olan inancı, umudu kaybetmemeyi öğretiyor. Kürt olmasaydım da, bu filmi böyle yapacaktım diyebilirim. Bu sosyalizm meselesi falan değil. Sonuçta sosyalizm sadece bir yaşam biçimi. Benim bir kimliğim var: İnsan, ideolojim de vicdan. Daha iyi imkanlarım olsa belki daha iyisini yaparım ama ben bunları kendime dert etmiyorum. Çünkü Türkiye’de küçük bir el kamerasıyla çözebileceğiniz o kadar büyük sorunlar var ki, asıl derdin koca koca kameralar, koca koca sinema sistemleri olmamalı.

 

Filmde işçiye de işverene de söz veriyorsunuz...

 

İki tarafa da söz hakkı verdim. Aksi takdirde belgesel olmayacaktı bu film. İşveren, ‘fındığımı satamıyorum buna rağmen iyi şartlar sağlıyorum’ diyor. İşçi ise, yaşanılabilecek şartları olmadığından yakınıyor. Orada birçok şey var aslında. Mesela çocuk, ‘Ben aslında oruç tutarım ama tutmayacağım. 14 saat çalışıyorum. Dayanamıyorum. Oruç tutamam artık Allah ne yaparsa yapsın’ diyor. Bu aslında Kürtlerin geldiği durumu gösteriyor. Samimi bir başkaldırış var. Saygısızca değil bu başkaldırış. Çünkü başkaldırmaktan başka çaresi kalmamış. Buradaki olay çok başka. Son olarak şunları belirtmek istiyorum: Filmleri çekerken yaşanılır bir dünya ve bir arada yaşamanın yollarını arıyorum. Yeni sözler, yeni şeyler arıyorum. Çünkü Kürtlerin de, Türklerin de yeni sözlere ihtiyaçları var. Bu sözler barış için bulunmak zorunda. Barışın yollarını bulmamız lazım. Barıştan başka hiçbir şansımız yok.

 

VAROLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

 

Her filminiz de biraz da kendinizi mi anlatıyorsunuz?

 

Evet, ben bunları yaparken kendimi de anlatıyorum. Aslında bir dışavurumdur. Savaşa karşı olmasam silahı alır dağa çıkarım. Ama savaşa ve silaha karşı olduğum için kamerayı alıp yollara düşüyorum. Kapitalizmin o iğrenç yüzünü olabildiğince anlatmaya çalışıyorum. Bu kirli savaşın nelere mâl olduğunu ve bizleri ne kadar yorduğunu biliyoruz. Ama bu savaşa rağmen hâlâ direnen insanların olması muhteşem bir şey. Bunu anlatmayalım mı yani? Ben 14 yaşındayken tekstil atölyesinde çalışıyordum. İplik hayatlar’ı çekerken aslında kendimi çektim. Camdan Köprüler’de de yine ben varım. Hem Kürt hem kadın olarak sistemin bütün kötü politikalarına maruz kaldım. Hani derler ya varolmanın dayanılmaz hafifliği diye, biz Kürt halkında ise varolmanın dayanılmaz ağırlığı var.