İPEK İZCİ / Radikal

 

Her sokak arasında büyümeyi bekleyen çocuğun aksine, tek bir günde ‘büyüyen’ Kuyudibi’ndeki dört arkadaşın hikâyesi, ‘Suskunlar’ dizisinde kalbimize çarpıyor bir süredir. İstemeden sebep oldukları bir kaza neticesinde Döngelli Çocuk Cezaevi’ne gönderilen bu dört çocuğun orada maruz kaldığı fiziksel ve cinsel şiddet, dizinin yayına başladığı günlere denk gelen Pozantı skandalıyla daha çok konuşulur olmuştu. İşte o çocuklardan biri ‘ıska’ lakaplı, hiç büyümemiş bir çocukadam olan İbrahim. Karaktere hayat veren ise genç oyuncu Murat Güven Akpınar. Akpınar ile kendisini yakından tanımak ve ‘Suskunlar’ı konuşmak için bir araya geldik…

 

‘Suskunlar’ın ilk bölümü çocukluklarını unutmaya söz vermiş dört arkadaşın, ‘o günler’i hatırlamasıyla başlamıştı. Çocukluk unutulur mu?

Mümkün değil. Bütün yaşadığım, o güzel çocukluğuma bağlı benim. Kars’ta doğdum. Sabah 08.00’de daha kahvaltı etmeden sokağa çıkıyordum top oynamaya, gece 01.00’de zorla sokuyorlardı eve. Nasıl unutabilirim o zamanları? Eğlenceli ve özel günlerdi.

 

Oyunculuk nereden çıktı peki?

Aslında psikoloji okumak istiyordum. Ama futbolla da aram iyiydi. Ne oldu hiç hatırlamıyorum, “Tiyatroya gideceğim” dedim. Babam iki ay küstü bana futbolu bıraktım diye. Sonra Kartal Sanat Tiyatrosu’na gittim. İlkokul beşinci sınıftayken beni okul tiyatrosuna almışlardı bu arada, Reha Muhtar taklidi yapıyorum. Oyunculuk çok eğlenceli de çok da sakat...

 

Neden sakat?

Gerçek karışıyor. Seninle ben sosyal kişiliğiz, birbirimize karakterimizi oynuyoruz şu an bu masada. Sonra bir de çıkıp sahnede oynuyorsun. Gerçek hangisi?

 

Şizofrenik bir tarafı mı var yani oyunculuğun?

Tabii ki var. Ben o sınırı gördüm. Gidersen kafayı çiziyorsun, gitmiyorsan oyun oluyor bu. Oyuncak gibi bir şey oyunculuk. Evcilik tarafını seviyorum ben, o kadar ciddiye almayı başaramadım, iyi ki de başaramadım.

 

Kartal S. Tiyatrosu’ndan sonra?

Sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Sahne Sanatları’na kabul edildim. Hâlâ devam ediyor.

 

‘Suskunlar’dan önce de ‘Bizim Yenge’de oynamışsınız...

Evet, harika insanlar tanıdım orada. ‘Suskunlar’ seti için de aynı şey geçerli. Set çalışanlarını da çok seviyorum, oyuncular da şizofren değiller neyse ki. Konservatuvarda ve onun çevresinde çok acayip insanlar gördüm çünkü.

 

Niye acayipler?

Bu ego durumu fazla ya bu oyunculukta, başarırsan iyi de, başaramazsan çok kötü. Başarı çok kötü bir kelime bence. Ne getiriyor onu da bilmiyorum. Şimdi çekip gitsem, bir tane kasabada yaşasam başarı değil ama güzel bir hayatım olurdu bence.

 

İlla başarmak gerekmiyor yani…

Tabii ki. Ama insanoğlu öyle değil işte, bir şey yapmak zorunda hissediyor kendini. Canı ekmek çekiyorsa, gidip ekmek almak zorunda, yoksa mutsuz olur. Ya da ‘Suskunlar’daki gibi canı baklava istiyor. Gidip alıyor çocuk baklavayı, sonra başına gelmeyen kalmıyor.

 

‘Suskunlar’da baklava çalan çocukları da hatırlıyoruz, çocuk cezaevi sahneleri dolayısıyla Pozantı ve türevlerini de… Dizinin bir misyonu olduğunu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Üçüncü bölümü çekiyorduk, acaba ajitasyon yapıyor muyuz diye düşündüm. Bir kere senaristimiz Pınar (Bulut) öyle biri değil. İkincisi, ‘Duvar’ filmini izleyeyim dedim. 13 dakika izleyebildim, omuzlarıma bir ağırlık çöktü. Var böyle sıkıntılar bu memlekette. Sokakta da oluyor, sadece hapishaneye de gerek yok. Çünkü bu ülkede çocuk olmak zor. Çocuklar çok güzel şeyler ve biz onlar için bir sorumluluk taşıyoruz. O yüzden bu kadar özeniyoruz işimize. 7/24 çalışıyoruz. O 90 dakikayı doğru dolduruyoruz.

 

İzlerken zorlandığım sahneler oluyor. Sizde oynarken durum nedir?

Garip hissediyoruz, bizim için de kolay değil. (Yönetmen) Umur Hoca (Turugay) şöyle dedi: “Bu çocuk (İbo) bir olayda geriye gittiğinde yani eskiyi hatırladığında sallanmaya başlıyor”. O beni o kadar üzdü ki ne hissettiğimi kelimelerle anlatamam sana. Sonra anladım ben o çocuğu… Mesela 10. bölümün senaryosu geldi, okudum, üç gün ağladım. Soruyor insanlar ne oldu diye, nasıl anlatacaksın onlara? Oyuncu olarak bir karakteri canlandırıyorsun ve o karakter hayatının çok önemli bir parçası oluyor. Senaryoyu okurken gerçek gibi geliyor, içini yiyip bitiriyor o şiddet. İşte oyuncu olmak böyle pis bir şey. Ruh halimizi çok etkiliyor yani.

 

Bazı bölümlerde patlatıyorsunuz bir Ahmet Kaya şarkısı…

Evet, çok seviyorum Ahmet Kaya’yı… Bence bizim dizide devrimci bir taraf var, çok hoşuma gidiyor. “Devrimci olacağım” diyordum çok küçükken. Odamda Yılmaz Güney’ler, Deniz Gezmiş’ler… Bu arada Ahmet Kaya yüzünden bizi izlemeyenler varmış, lütfen izlemesinler!

 

Ama onun için izleyenler de var...

Var. Ahmet Kaya duyulması gereken bir insan. Duymayanlar, kulaklığını kapatanlar üzülsün. Ahmet Kaya çalmamız, bu devrimci tarafımız hoş.

 

Bence dizide sık sık şu sorduruluyor: Adaleti kim verecek?

Adalet var mı onu bilmiyorum ki. Nerede adalet? Adaletle ilgili hiçbir şey bilmiyorum bu ülkede.

 

Akpınar hakkında kısa kısa…

*Aslen Ardahanlı. Annesinin memleketi Kars’ta doğmuş, büyümüş.

*Playstation oynamayı çok seviyor.

*Konservatuvara üçüncü denemesinde alındı.

*Sabahı, gün ışığını görmeden uyuyamıyor.

*Kendi sorununu kendi çözmek istiyor hep. “Bir tanıdığım, ‘Hayat bazen durup kendi başını okşamaktır’ der. Ben de bunu yapıyorum”.

* ‘Suskunlar’a kabul edildiği haberi, Uğur Yücel’le çekeceği bir filmin okuma provası sırasında gelmiş. Haliyle filmin kadrosundan çıkmış.