Kobane’de bir avuç Kürt dünyaya onur, insanlık, vicdan dersi veriyor. Haftalardır soykırımcı, dinci faşist IŞİD’in yarattığı cehennem ateşinde; insanlığı, yurdunu, çocuklarını, geleceğini savunuyor.

2 yıldır 21 ülke tarafından ağır silahlarla donatılan IŞİD canileri karşısında hafif silahlarla 1871 Paris Komünarları gibi direniyor. İnanıyoruz ki Paris Komünarları’ndan farklı olarak Kobane komünarları zafere ulaşacak ve IŞİD’e hak ettiği dersi verecek.

Düne kadar kendi yarattıkları canavara sessiz kalan koalisyon güçleri son günlerde suçlarını örtbas etmek için çokta etkili olmayan hava saldırıları yapıyorlar. Ne var ki gerek ABD genelkurmay başkanının ‘Kobane düşebilir’ açıklaması gerekse ABD dışişleri bakanlığı sözcüsünün ‘asıl stratejik hedefimiz Kobane değil, Erbil’ demesi emperyal güçlerin Kobane kantonundan rahatsız olduklarını, düşmesinin çok da umurlarında olmadığını gösteriyor.

Erbil’e yönelen saldırıyı bir gün ve bir gecede önleyen ABD üç haftadır Kobane ile ilgili sonuç alıcı bir aksiyon gösteremedi. Türkiye ise hala dinci faşist IŞİD’in ekmeğine yağ sürüyor. 3 Ekim’de ‘Kobane’nin düşmesini istemeyiz’ diyen Başbakan’dan dört gün sonra Cumhurbaşkanı iştahla ‘Kobane ha düştü ha düşecek’ diye özlemini dile getiriyor.

İki gün sonra Başbakan Kobane’yi destekleriz dese de havanda su dövmeden başka bir şey yapılmıyor. Hala Barzani’nin ve Salih Müslim’in ısrarla talep ettiği koridora Türkiye izin vermiş değil. Kobane’nin asıl ihtiyacı bu ve bu koridordan silah ve peşmerge yardımının sağlanması.

Dış politikasını dinci faşistlere kanat gererek İslam önderliği hevesleriyle oluşturan Türkiye ise hala tampon bölge derdinde. ‘Önce Esad sonda IŞİD’ diyor. Oysa gerçek odur ki bugün sadece Kürtler için değil tüm Ortadoğu halkları için en büyük tehlike dinci faşist IŞİD ve El Nusra çeteleridir. IŞİD ile PKK’yi eşitleyen bir anlayış IŞİD’i koruyan, teşvik eden bir anlayıştır.

Meclis başkanının ve AKP yetkililerinin olayı dışımızda olan bir olay gibi değerlendirmeleri çirkin bir hilekarlık ve aymazlıktır. IŞİD tehlikesi ve Kobane’nin yaşam savaşı coğrafyamızdaki tüm insanlığı doğrudan ilgilendiren vahim bir toplumsal olaydır.

KOBANE’DE IŞİD TÜRKİYE’DE AKP

Kobane’ye IŞİD saldırırken AKP iktidarı da Kobane’ye IŞİD saldırısı dursun diyen, demokratik hakkını kullanan insanlara saldırıyor. Yanına Hüda-Par ve dinci faşistleri alarak. Yıllar sonra yedi ilde sokağa çıkma yasağı uygulayarak 1990’ların OHAL’ini yaşatıyor. 30 insanın ölümünden AKP’nin çarpık ve sapık dış politikası sorumludur.

Kuşkusuz haklı, vicdani tepkilerde; bayrağa saldırı, büste saldırı, yağma, okul yakma, otobüs yakma asla kabul edilemez. Muhtemelen bunların çoğunu provokatörler yapmıştır. Zaten KCK de bu kabul edilemez fiilleri eleştirdi. Cenevre insancıl hukuk kurallarına göre de bu tür eylemler ihlaldir ve kabul edilemez. Ne var ki hükümet tahrikçi bir politikayla şiddete misliyle cevap veririz diyerek, sadece dış politikasıyla değil iç politikasıyla da çözüm sürecini dinamitliyor.

CHP bir atak yaparak daha önceki tezkerenin çekilerek yeni bir tezkere ile Kobane’nin düşmesinin engellenmesi ve IŞİD’e karşı mücadeleyi gündeme getirdi. Bu CHP politikaları açısından olumlu bir atak ancak ne var ki Kobane’nin asıl ihtiyacı koridor açılması ve silah ile peşmergenin dayanışması. Asıl bunun sağlanması gerekir.

Kanada ve Avustralya dahi savaş uçakları göndereceklerini belirttiler. Türkiye ise hala ayak diretiyor.

Ey AKP, sen yarın Kürtlerin yüzüne nasıl bakacaksın? Nasıl kardeşlikten, barıştan söz edeceksin? Soruyoruz eğer Azerbaycan böyle bir saldırı altında olsa ve yurttaşlar Azerbaycan sınırına yığılsalar; biber gazıyla ve tomalarla saldırıp 30 kişinin ölümüne neden olur muydun? Bu sorunun cevabı açık; AKP’nin insan hakları ve demokrasi anlayışı iki yüzlüdür.

FAŞİST BİR ÇETE

Bir değişik açıdan PKK ile IŞİD’i ne yazık ki Ermeni sorununda gerçekleri en iyi şekilde ortaya çıkartanlardan Taner Akçam da eşitledi. IŞİD’i 7 Ekim 2014 tarihli ve bir hafta önceki Taraf’taki yazısında ulusal kurtuluş örgütü olarak değerlendirdi. IŞİD’i Sünni İslam devletini hedefleyen ulusal kurtuluş örgütü diye niteledi. Kuşkusuz IŞİD’in hedefi bu. Ne var ki tarihteki ulusal kurtuluş hareketlerine bakıldığında; Cenevre savaş hukukunu, insancıl hukuk kurallarını zaman zaman ihlal etseler de kendilerinin olmayan toprağı işgale yeltendikleri, insanlığa karşı suç işledikleri, soykırım yaptıkları görülmez. IŞİD Musul’da kendisine adeta ikram edilen tanklara, füzelere el koyarak Şengal’de onbinlerce Ezidi’yi katletti, binlerce Ezidi Kürt kadınını kaçırarak sattı. Tecavüz etti. Onbinlerce Ezidi dünyanın dört bir yanına savruldu. IŞİD canavarca his saikiyle en vahşi şekilde gazetecileri, insanları katlediyor. İnsanlığa karşı suç, savaş suçu ve soykırım suçu işliyor. Ulusal kurtuluş örgütü demek IŞİD’e hak etmediği bir payeyi vermektir. Amacı dinci faşist bir Sünni İslam devleti kurmak olan faşist bir çete dersek daha doğru nitelemiş oluruz.

IŞİD neden soykırım suçu işliyor? Soykırım ilk kez Polonyalı hukukçu Rapheell Lemkin tarafından 1943 yılında, Yahudilere yönelik holocaust uygulamasının, daha önceki imha ve katliamlardan farklılığını sergilemek amacıyla oluşturulmuş ve ilk kez yine Lemkin’in kitabında kullanmıştır. Kavram Yunanca ‘Genos’ ( ırk, aşiret, kabile) ile Latince ‘Cide’ (öldürmek) sözcüğünün birleştirilmesinden oluşmuştur.

Soykırım kavramı 1948 tarihli ‘BM Soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme’ ile tanımlanmıştır.

Sözleşmenin ikinci maddesine göre soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da bir bölümünü yok etmek niyetiyle;

a) Grup üyelerini öldürmek,

b) Grup üyelerinin fiziki ya da akıl bütünlüğünün zedelenmesi,

c) Grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümüyle yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması,

d) Grup içinde doğumları önleyecek önlemler alınması,

e) Bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden her hangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır.

IŞİD bugün bunların hepsini daha da hunharca yapıyor.

IŞİD katliamına karşı, Kobane’nin maruz kaldığı canavarlığa karşı başta İstanbul Barosu olmak üzere metropol barolarının ses çıkarmaması, hele hele her konuda ulusalcı, şoven açıklama yapan İstanbul Baro yönetiminden çıt çıkmaması, insan hakları hukukunun evrenselliği adına yürekler acısı, utanılacak bir durum.

CHE VE BEHİCE BORAN

9 Ekim gerçek enternasyonalist ve en güzel yeni insan Ernesto Che Guevera’nın katledilişinin yıl dönümüydü. O asla devletçi, merkeziyetçi, milliyetçi olmadı. Gerçek bir komünistti. Vatanım dünyadır diyen bir komünistti. Saygıyla anıyoruz.

10 Ekim de Behice Boran’ın ölüm yıldönümü. Sosyalizmi algılayış ve kavrayışında birçok yanlışları olsa da inatçı ve ezilenlerin mücadelesine katkı sunmuş biriydi. 12 Mart 1971 askeri darbesinin sıkıyönetiminin sokağa çıkma yasağına uymaması ve darbeye destek vermemesi en olumlu özelliklerindendi. Saygıyla anıyoruz.

YÖNETİME TALİBİZ

Bu yazıda Baroya ilişkin düşüncelerimizi yazacaktık. Ne var ki yüreğimizi yakan Kobane trajedisi varken elimiz varmadı. Önümüzdeki yazıda; 18-19 Ekim’de yapılacak İstanbul Baro genel kurulunda neden ‘Özgürlükçü Demokrat Avukatlar’ olarak yönetime talibiz?, diğer gruplarla hangi noktalarda ayrılıyoruz, buna değineceğiz. Umarız önümüzdeki yazıda Kobane’nin IŞİD vahşetinden kurtuluşunu da kutlarız.