Nâzım Hikmet'in 'Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim' adlı romanı, ufkunun Türkiye'nin milli sorunlarıyla sınırlı kalmaması, hayattaki temel değerleri araştırması ve kahramanlarının yaşadıkları hayatın kozmopolitliği ile Türkiye'de yazılan 'Avrupalı' romanların en eski ve en önemlilerindendir.

 

Orhan Pamuk / Radikal

 

Nazım Hikmet’in hayatının son yıllarında yazdığı otobiyografik romanını, 1964 yılında bir Paris yolculuğundan İstanbul’a dönen babamın elinde gördüm ilk. O tarihlerde Nazım Hikmet’in kitapları Türkiye ’de kolayca yayımlanamıyordu. 1938 – 50 arası on iki yıl hapis yattıktan sonra bir afla serbest bırakılınca Türk devletinin ve gizli servislerinin acımasız baskılarından yılıp Moskova’ya kaçan Nazım Hikmet, romanına hayatın aslında ne kadar güzel olduğuna ilişkin Türkçe’deki en yaygın ifadelerden birini uygun görmüştü: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim. Romanın Fransızca çevirisine bir önsöz yazan Louis Aragon kitaba Nazım Hikmet’in de onayladığı başka bir ad koydu: Les Romantiques. Bu başlığın romanın günümüz okuruna aşırı iyimser, hatta saf gelecek komünist ütopyacı havasına, genç kahramanlarının (çoğu hapse girer, işkence görür) önlerindeki hayatın vereceği güzelliklerle karşılaşmak için duydukları sabırsızlığa çok uygun düştüğünü düşünüyorum şimdi.

 

Tıpkı Nazım Hikmet gibi yıkanmayı hiç sevmeyen ve yirmili yaşlarında İstanbul ’da, Anadolu ’da ve Moskova’da bulunan romanın ana kahramanı Ahmet’i İzmir ’de bir sokak köpeği ısırmıştır. Ahmet aynı zamanda gizli servisler tarafından takip edilen ve bir kulübede saklanan bir komünisttir. Kırk gün süren kuduz olma korkusu Ahmet’in bütün hayatını gözden geçirmesine ve sivil polislerce izlendiği endişesi de sokakların, günlük hayatın ayrıntılarına özel bir dikkat göstermesine yol açar. Ama hikâye o yıllarda gerçekçi ve siyasi bir romandan beklendiği gibi tek boyutlu, düz bir zamanı izlemez. Anlatı, okura biçimsel zorlama duygusu vermeden zamanda ve mekânda sıçrayarak ilerler: Bazan çok rahat geri dönüşlerle , bazan da Dadacı kes-yapıştır yöntemiyle... Böylece Bolu’daki bir ilkokul, Moskova’daki ünlü Arbat Sokağı’ndaki bir birahanedeki siyasi tartışma, bir yaz günü İstanbul Kadıköy’de sokakların ıssızlığı, Sultanahmet tevkifhanesinin içi, donanmaya ait bir harp gemisinin apdeshanesinde cezalandırılan siyasi mahkûm, Batum’da bir parkta dolaşan adam ve İstanbul ’da Galata Köprüsü’nde siyasi gazete satarken birden utanan bir kahramanın okurda uyandırdığı izlenimler iç içe geçer. Basit bir dille, kısacık cümlelerle saptanmış bu izlenimlerin, bu fırça darbelerinin okur üzerindeki toplam etkisi, hayatın güzellikleriyle coşmuş acılar içindeki bir şairin kaleminden çıkma mükemmel bir lirik şiirin vereceği etkidir. Sıradan günlük yaşamın eşyalarını ve ayrıntılarını bu kadar iyi saptayabilmek için hayatı bu kadar sevmek; hayatı bu kadar sevebilmek için de belki bu kadar çok hapis yatmak gerekir diye düşünebilir okur hayranlıkla.

 

(Haftalık entelektüel Alman gazetesi Die Zeit, savaş sonrası Avrupa edebiyatı üzerine bir dizi yayımlıyor. Orhan Pamuk da dizi için Nazım Hikmet’in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanını tanıttı.)