Veli Bayrak / Demokrat Haber

Mustafa Güçlü’nün ilk şiir kitabı “Asi Yakılsın Dağlara” 1992’de yayınlanmıştı. 2005’te “Rüzgârına Yol Gösteren Martı” ve 2008’de de “Nereye sığınsam Lacivert” adlı kitapları ile çıkmıştı şiir severlerin karşısına. Şair Mustafa Güçlü bu üç şiir kitabını “Ayrı Düşeriz” ismiyle biraraya topladı.

“Kalırsam, bu kavgada soluksuz, ağıtım da gidişim gibi asi yakılsın dağlara” diyen Mustafa Güçlü ile şiiri ve şiir üzerine konuştuk.

İsterseniz şair kendini nasıl tanımlar ondan başlayalım. Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Bir şair kendini öncelikle muhalif olarak tanımlar. Çünkü kendisine ve insanlığa dayatılan tek tipleştirilmiş yaşam biçimine, kölelik düzeninin kurguladığı gerçekliğe sanatıyla karşı bir duruş sergileyebilendir. Şairin yerleşik düzenin bütün söylemleriyle sorunu vardır. Amacı şiirinin işçiliğinden ödün vermeden, okuyucuda estetik bir haz bırakabilecek devrimci şiiri yaratmak olmalıdır.

Bir röportajınızda tutuklandığınızı söylemişsiniz. Bunun şiirinize ve hayatınıza bir katkısı oldu mu?

Evet, öğrencilik yıllarımda 12 Eylül faşizminin yıkıntıları üzerinde “öğrenci dernekleri” yapılanması içerisinde yer aldım, tutuklandım.2009 yılında İzmir’de Eğitim-Sen üyelerine yönelik bir operasyonda gözaltına alındım. Sabaha karşı evimiz basıldı, talan edildi. Suç unsuru olarak da şiirlerimizi aldılar. Baskıcı düzenin yaptırımlarına maruz kalmak elbette şairin mayasına mücadele, haksızlıklara karşı direniş gibi pek çok şeyi şiirine kazandırıyor.

Özellikle yazarlar ve şairler için “eski” ve “yeni” kuşak tanımları yapılır! Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Bence eski yeni gibi bir sınıflandırma doğru değil. Çünkü zaten şiir eskimiyorsa şiirdir. Onun dışında kuşak tanımlaması için de kendimi ve şiirimi konumlandırmıyorum. Şairin değil şiirin eskisinden ve yenisinden bahsedilebilir ancak… Bu söylediklerim yanlış anlaşılsın istememem. Çünkü toplumsal gerçekçi çizgide yazan şairlerle bugün aynı şiirleri yazmak, geçmişi tekrar etmek olur. Şairin çabası var olan şiiri aşma yönünde olmalı. Geçmişi tekrar etmek şiire bir şey kazandırmaz!

Şiir yazmaya nasıl başladınız? Sizce her yazılan şiir midir?

Çocukluğum pamuk tarlalarında geçti. Akdeniz’in sıcağında, derin ormanlıkların içinde bambaşka bir dünyada yaşadım. Göçer kültürü yerleşik kültür üzerinde hala etkilerini sürdürüyordu. Yörük çadırına konuk edilmemiz, Kocabıçak adlı bilgenin gaz lambasının ışığında sözel tarihe ve kültüre yönelik canlandırmaları, bozlakları beni çok etkilemiştir. Ben o gün şairlik serüvenime başladım diyebilirim. Sorunuzun ikinci kısmına gelecek olursak, her yazılan şiir değildir elbet… Şiir kendi iç dinamiği ile şekillenir. Akıcı, vurucu, lirik, toplumsal yönü teğet geçmeyen, imgeye boğulmayan fakat imgenin olanaklarıyla derinleşmiş dizeleri ben şiir olarak değerlendiririm.

Bir röportajınızda “Şiir verili olana karşı duruş biçimidir” demiştiniz. Verilmeyeni de kapsamaz mı şiir!

Evet, şiirin ilk işi kendine sunulan gerçekliği altüst etmek, ikinci aşaması ise verilmeyen gerçekliği de estetik kaygısı içinde okuyucuya sunmaktır. Bu topyekûn mücadelenin sonucunda olacaktır. İkinci aşama sınıfsız bir toplum düzeninde gerçek anlamda bu kurgulanabilir ancak. Fakat şairin şiirinin keskinliği sizin de dediğiniz gibi ”Verilmeyeni de kapsama” gücüdür.

Şiiri nasıl tanımlarsınız?

Şiirin tarifi zordur. Dilim döndüğünce açıklayayım. Şiir bilinçaltı ve bilinçüstü izleklerle şekillenen bir yaratım sürecidir. Bu süreçte şair var olanın dışındaki gerçekliği, lirik, akıcı söylemle, içsel derinlikle birleştirerek imgeye, şiire dönüştürür. Şiirin iç sesten dışa doğru bir yol izlemesi, imgeler dünyası, bilinçaltı ve yaşam izlekleriyle ortaya çıkan yaratımın okuyucuya ulaşarak yeniden biçimlenmesi gerekir. Şiirin, kendi içine dönük, sözcük cambazlığına dayalı olmaması gerektiği gibi, anlaşılır olacağım diye, kuru, slogana boğulmuş bir yapıda da olmaması gerekir.

Yine bir röportajınızda ödüller için “Şairi meşrulaştırarak piyasaya sunma, pazarlama aracı olarak kullanılıyor” demişsiniz. Alternatifi ne olmalı peki?

Sanatın metalaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Böylesine karmaşık süreçte, piyasa koşullarında ne kadar alternatif yaratılabilir, düşünmek lazım. Yani sistem içi, günümüz kapitalist toplumunda yapılabilecekleri tartışmak lazım. Bunun için basın yayın kolektifleri aracılıyla örgütlenerek, kendi alt yapısını oluşturan bir sanat ortamının inşası gereklidir.

Son kitabınız “Ayrı Düşeriz” diğer üç kitabınızın toplamından oluşuyor. Buna neden ihtiyaç duydunuz?

Biraz önce de belirttim. Günümüzde sanatın metalaştığı ortamda, karşı duruş sergileyen şairlerin okuyucuya ulaşma olanakları çok kısıtlı. Sistem solculuğu dekoratif bir unsur olarak kullanan cilalı şairleri öne çıkarıyor. Adam şiirinde soldan gösteriyor, fakat yaşantısı seviyesiz ve vıcık vıcık. İşte böylesi ortamda söyleyecek sözü olan biri olarak “seçme şiirlerle” okuyucuyla yeniden buluşmak istedim.

Etkilendiğiniz şairler var mı? Çok iyi olacağını düşünüp de sizi hayal kırıklığına uğratan şairler de oldu mu?

Kökleri derinde, uzun soluklu birçok şairin şiirimde emeği vardır. Yerel evrensel pek çok şairin yaratımları şiirimin kan kardeşidir. Toplumcu yönüyle Nazım, Ahmet Arif, Enver Gökçe, imgede yeni olanak yaratmaları bakımından, Cemal Süreyya, Ece Ayhan ilk aklıma gelenler… Şairler, yaşamlarıyla şiirleri arasındaki çizgi kesiştiği sürece doğru yoldadırlar. Pek çok şair vardır ki, ben de dahil, pek çoğumuzda hayal kırıklığı yaratmıştır. İsim saymak gereksiz ancak şair kendini tekrarlamaya başlamışsa zaten bitmiştir.

Şiir poetikanızı okuyucularımıza nasıl açıklarsınız? Günümüz şiiri hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Şiir serüvenim toplumcu-imgeci bir çizgidedir. Şair dilde kapitalizmin tahakkümünü yıkmak zorundadır. Bu söylemle, dildeki manipülasyonu kırma iddiasında olan şairlere pek çok yerde rastlıyoruz. Fakat bu arkadaşlar şiirde var olan dil yapısını kıracağız gibi beylik sözlerle ortaya çıksalar da aslında, ürettikleriyle kapitalizmin epistemolojik iktidarına yeni olanaklar sunmaktadırlar.

Demokrat Haber okurları için bir şeyler söylemek ister misiniz?

Duyarlılık konusunda çok iyi bir yer edinen Demokrat Haber okuyucularına, kapitalizmin sanat üzerindeki manipülasyonu konusunda dikkatli olmalarının da sınıf mücadelesinin bir parçası olduğunu unutmamalarını isterim. Emek ve özgürlükten yana güzel bir dünya hepimizin kalp ağrısıdır.