İPEK İZCİ / Radikal

 

Haberlerinizi derlemeye neden ihtiyaç duydunuz?

Biz gazetecilerin yaptığı haberleri sadece gazete sayfalarına ya da televizyon ekranına yansıtmakla görev bitmiyor. Bizim çok tarihsel bir rolümüz var: Tanığız. Ve bu tanıklığı sadece yaşadığımız çağda değil, bizden sonraki çağa da borçluyuz. Gerçek gazeteciler doğduğu topraklara, o toprakların insanlarına da borçludur aynı zamanda ve o borcu ödemenin yollarından biri tarihe belge bırakmaktır. Kitaptaki 40 öyküyü, 40 haberi o yüzden bir araya getirdim. Bizden sonrakiler bizim yaşadığımız çağda neler olup bittiğini merak ederlerse, dönüp bakabilsinler diye…

 

Son birkaç yılın Türkiye’sini özetliyor kitap. Kürt sorunu da var, işkenceye uğrayan kadınlar da, eşcinsel kimliği yüzünden öldürülenler de…

Farklı kesimlerin sesini duyurmaya çalıştım. Zaten hep ilgi alanımdı bu topraklarda yaşayan ve ötekileştirenler ama büyük bir kısmı aslında bu toprakların belki de gerçek sahipleri olanlar... Sesi kısılan, kendilerine medyada yer bulamayan insanları yazmak çok istediğim bir şeydi.

 

Kitap, dört bölümden oluşuyor. ‘Bu Toprağın Ötekileri’, ‘Kürdili Durumlar’, ‘Emniyet’li Hikâyeler’ ve ‘Sevdiğim(iz) İnsanlar’. Ama kitaba ilk bölümün adını vermişsiniz.

Kitabın neredeyse tamamı bu toprağın ötekilerinin hikâyeleri. Ünlü bir yazar olsa da öteki, ünlü bir oyuncu olsa da... Dolayısıyla hem ‘Sevdiğim(iz) İnsanlar’, hem ‘Kürdili Durumlar’ hem de ‘Emniyet’li Hikâyeler’ bölümlerinde hep ‘öteki’ler var. ‘Bu Toprağın Ötekileri’ bölümünün bütün kitabı kucaklayacağını düşündüm, o nedenle kitaba bu adı verdim.

 

Ötekiler diyoruz ya… Kim onlar?

Öteki olmayanı tarif edersek, ötekiler zaten ortaya çıkar. Türk, erkek, Sünni ve heteroseksüel olmayan herkes ‘öteki’ bu ülkede. Türk değilseniz, erkek değilseniz…

 

Farklı bir dilde konuşuyorsanız, farklı cinsel yönelimleriniz varsa…

Evet, dahası kadın haklarından yanaysanız, Çingeneyseniz, Lazsanız, Rumsanız, Ermeniyseniz, Aleviyseniz bu ülkede ‘öteki’siniz.

 

Ve bunlar horlanmanız için sebeptir.

Kesinlikle. Ben bu ülkede insanların iki tür kimliklerinin olduğunu düşünüyorum ki şizofrenik bir durum bu. Hepimiz ağır bir şizofreni yaşıyoruz alttan alta. Bir resmi kimliğimiz var, yani sokaktayken ya da ne bileyim iş ortamındaki düzene uygun hallerimiz. Bir de aslında kendi hallerimiz. Ben evde Kürdüm, Aleviyim, kadınım ama gazetede çalışırken aseksüelim, kimliğim yok. Sadece gazeteciyim. Benden beklenen bu ama tabii ben yine kendim olmaya devam ediyorum gazetede.

 

Hiçbir yerde kendi olmasına izin verilmeyenler var ama...

Çok hem de! Ve bu travmayı kendi başımıza atlatma şansımız yok. Bu ülkenin bir rehabilitasyon merkezine dönüşmesi lazım. Başka türlü iyileşemeyeceğiz. Ramazan’da oruç tutman ya da tutmaman başkası tarafından sürekli yadırganan bir şey ve sen dışlanmamak için sürekli –mış gibi yapmak zorundasın. Çok hastalıklı bir durum bu.

 

Türkiye’de mesela herkes karşısındaki kişinin nereli olduğunu merak eder. İstanbul yanıtını alırsa ikna olmaz, “Aslen nerelisin?” veya “Baban nereli?” diye sorar.

1920’lerde tek tip insan yaratılmaya çalışılmasıyla ilgili bence bu. Ama yaşadığımız şu günlerde görüldüğü gibi, aslında bu formül tutmamış, insanlar kimliklerini hep içten içe yaşamışlar. İnsanların nereli olduklarıyla, kökenleriyle ilgilenmişler. Bununla 70-80 yıldır barışık olsak, sosyal ilişkilerimizde “Nerelisin?” diye sormayacağız. Çünkü bu önemli bir şey olmayacak. Kimlik meselesi hep gizlenen, arka plana atılan bir şey, o yüzden insanlar perdenin arkasından sahip çıkmış kimliklerine. Ben kendi adıma söyleyeyim, Kürdüm, Aleviyim ama mesela doğduğum topraklarda (Elazığ) kimse beni yadırgamadığı, herkes benim gibi olduğu için altını çizdiğim bir şey değildi Kürt- Alevi olmak. Ama İstanbul’da yaşamaya başladığımda bunun başkaları için önemli bir şey olduğunu gördüm ve o kimliklere sarıldım. Birçok ‘öteki’nin bu kimlik meselesini kendi içlerinden gelen bir şeyle değil, dışarıdan gelen baskıyla, mecburiyetten sahiplenmek zorunda olduğunu gördüm.

 

Çocukken çok düzgün Türkçe konuşurmuşsunuz. Sizi ‘Batılı’ diye ayırırlarmış.

Batı’dan gelirlerdi. Elazığ’da herkes şiveli konuşuyor tabii ama benim şiveli konuşmamam onları çok etkilerdi. Sonradan düşündüm ki, ailemiz bize Türk olmayı bir rol model olarak öğretmiş. Ne kadar Türk olursan, o kadar başarılısın, o kadar az tehlikedesin. Bu, bizim oralarda en başta Türkçeyi öğretmekle oluyor. Kürtçe benim ana dilim ama ben sonradan kendi çabamla öğrendim. Bu şive meselesiyle ilgili bana çocukken “Hayır, hayır, sen buralı olamazsın, muhtemelen Egelisin” dendiğini hatırlıyorum.

 

Çocukken bunu duymak çok hoşunuza gidermiş ama...

Evet, bu sözü iltifat olarak kabul ediyordum, aslında bunun ne kadar büyük bir hakaret olduğunu sonradan fark ettim. Babama soruyordum, “Hayır biz Egeli değiliz” diyordu. Niye Egeli değiliz, niye batılı değiliz diye çok üzülüyordum.

 

Kitabı okuyanlar kendine hangi soruyu sorsun istersiniz?

Bu kitabı okuyan, ‘Ermeni dölü’ diye bir sözcüğü kullanmasa, bir insanı olduğu gibi kabul etmeyi kendi kafasında tartışmaya başlasa bana yeter. Çünkü biz ötekiler, öteki olmayanları kendimize benzetmeye çalışmıyoruz hiçbir zaman. En son bu Roboski (Uludere) katliamıyla ilgili bir film izlemiştim. Yedi yaşında bir kız çocuğu, abisi ölmüş, “Tam da Türk olmuştuk, niye bizi vurdular ki?” diye soruyor. Türkçe öğrenmiş okulda, “Tam Türk olmuştuk” diyor. Ne kadar korkunç bunu bir çocuğun telaffuz etmesi! Asla Türk milletini suçlamıyorum ama bir yandan da bu sistemin ideolojisini besleyen onların duyarsızlıkları, onların her şeyden bir haber halleridir. Bu kitabı okuyanlar, empati kursalar, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmanın yanlışlığına dair fikir yürütse bile bir şeydir.

 

Herkes birbirine ötekiyken, neden herkes birbirini yaftalıyor?

Herkes birbirinin öteki olduğunun farkında değil demek ki. Ben mesela gerçek bir ötekiyim: Kürt-Alevi bir aile, anneanne tarafım Ermeni, üstelik kadınım. Annemler mesela Ermenilere yapılanları çok doğalmış gibi anlatıyordu. O soykırım doğal olabilir mi ki?

 

Neden öyle anlatıyorlardı peki?

Ezme ruh haliyle ilgili bir şey herhalde. Erk olmak böyle bir şey veriyor sanırım. İktidar, güç olmak her bünyeye bir deformasyon yapıyor. O yüzden her zaman iktidar olmamak, iktidar olmamayı tercih etmemek gerek. Çünkü iktidar kirleten bir şeydir.

 

‘SİSTEMİN NÜFUZ ETTİĞİ BİR BÖLME...’

Kitapta, bir anekdot paylaşıyorsunuz. Kızınız ona verdiğiniz kitabın yazarının ismini görünce şaşırıyor...

Evet, Karin Karakaşlı’ydı o. Kızım Diclesu ona bir kitap önermemi istemişti. Karin’in kitabını önerdim. Dedi ki, “Karin Karakaşlı, nasıl yani?” Bir yabancı bir Türkçe isim. Nereli olduğunu sordu, Türkiyeli olduğunu söyledim. “Nasıl olur?” dedi. O benim büyüttüğüm çocuk ve ‘öteki’ kavramına alışkın olması lazım. Ama demek ki sistemin nüfuz ettiği zihinsel bir bölme var. Ben de anlattım, bu ülkede Rumlar, Ermeniler var... İsimleri böyle, Hıristiyanlar, kiliseye giderler diye… “Aa çok ilginçmiş” dedi.

 

BU TOPRAĞIN ÖTEKİLERİ

Müjgan Halis

Ayizi Kitap

2012, 407 sayfa, 25 TL.