Salome Asatiani

 

Rusya’nın Kafkasya yargısı nereden geliyor? Susan Layton’ın “Rus Edebiyatı ve İmparatorluğu: Puşkin’den Tolstoy'a Kafkasya’nın Fethi” adlı kitabı cevabın bir kısmını veriyor.

 

Kitap eleştirmenler tarafından '19. yy imparatorluk inşası sırasında Rusların Kafkasya ile ilgili yazılı eserlerinin sentezini yapan’ ilk eser olarak tanımlanıyor. Layton'ın kitabı Rusya’nın Kafkasya ile olan uzun ve karmaşık, politik ve edebi ilişkilerine ışık tutuyor. Rus yazarlar Kafkasya’yı nasıl hayal ediyor ve resmediyorlardı? Edebiyat, imparatorluğun inşasına ne ölçüde katkıda bulunmuştu? İmparatorluk genişlerken Rusya’nın kendi kimliği nasıl şekillendi? Bunlar, Susan Layton’ın, RFE/RL Gürcistan servisinden Salome Asatiani ile uzun sohbetinde anlattıklarından bazıları.

 

Kafkasya’nın fethinin Rusya’nın kimliğini oluşturmasında nasıl bir rolü oldu?

Susan Layton: Rusların ulusal bilinci, uluslaşmamış yabancı gruplarla temasları ile 18. yüzyılda gelişmeye başladı. Muhteşem Petro (Deli Petro) zamanından itibaren Batı Avrupa, 'Ruslaştırıcı' bir rol oynadı. Rusya İmparatorluğu’nun Asya sınırları imparatorluk bilincine ve Rus ulusunun bu yapısına katkıda bulundu. 18 yy’dan itibaren Kafkasya, Kırım, Sibirya ve diğer yerlere yapılan etnografik seferler sınırlı sayıda okuyanı olan büyük bir bilgi birikimi oluşturdu. Her sefer imparatorluk bilincinin büyüdüğünü gösteriyordu. Rus elitleri, bir çok farklı halk, kültür ve bölgeden oluşan bu küme bir araya gelirken, çok uluslu imparatorluğun zihinsel haritasını oluşturmaya başlamışlardı. Ve Rusların bu zihinsel haritasında Kafkasya ‘Şark’ın bir versiyonu olarak özel bir önem üstlendi.

Bu nasıl odu? Bence cevap Kafkasya’nın (ciddi olarak 1818’de, Batı Avrupa’nın Müslüman Doğu hayranlığını taklit eden toplumsal bir fenomen olan Rus Romantizmi’nin yükselişine denk gelen General Yermolov zamanında başlayan) askeri fethinde yatıyor. Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma”sı ve Byron’un sözde Şark Masalları gibi etkili eserlerden bahsedilebilir. Dahası, askeri fethin ve Romantizmin yükselişinin çakışmasına ek olarak, 19. yüzyılın başlarında imparatorluğun inşası daha önce olduğundan çok daha fazla Rus’u Kafkasya'ya getirdi. Sivil uşaklar, gezginler, sürgün edilenler ve askerler olarak geldiler. Bu yeni bağlantılar göz önünde bulundurulduğunda, Batılıların Oryantalizminden ve Avrupa’nın Asya’daki emperyal tutmundan haberdar olan Ruslar, Kafkasya’yı, tabiri caizse, kendi Şarkları olarak idrak ettiler. Ve burayı ulusal kimliklerini netleştirmek için bir referans yaptılar.

 

Rusların ve Avrupa’nın imparatorluk inşasındaki tecrübeleri arasındaki paralellikleri aydınlatmak için Edward Said’in öncü niteliğindeki kitabı “Oryantalizm”den faydalandınız. Said batılı romancılar, şairler, seyyahlar ve akademisyenler tarafından yaratılan ve ‘Şark’ın klişelerini ve görüntülerini resmeden bir betimleme sistemini yazıyor. Said “Şark irrasyonel, bozulmuş (düşmüş), çocuksu, ‘farklı’; yani Avrupa rasyonel, erdemli, olgun, ‘normal’ ” diye yazıyor. Said’e göre, bu betimleme tutumu meydana gelmeden önce bile kolonizasyonu haklı göstermek için kullanıldı. Kafkasya’ya yönelik Rus Oryantalizmi Batı’nınkinden farklı mıydı? Eğer öyleyse, nasıl farklılıklar vardı?

Kesinlikle benzerlikler bulabiliriz. Ama benim görüşüme göre, Rus Oryantalizmi Said’in ortaya koyduğundan oldukça farklı. Kafkasya’yı ‘Şark’ olarak hayal ederek Ruslar, şüphesiz Avrupalı oldukları iddialarını destekliyorlardı. Ama Rusya ‘Şark’ını, Batı Avrupalıların yaptıkları kadar kolay bir şekilde izole edemedi. Çünkü Asya, her şeyden önce, Rus topraklarının ve tarihinin organik bir parçasını oluşturuyordu. Asya, Rusya için hem ‘kendi’ hem de ‘diğeri’ idi.

 

Bir tarihçi şöyle yazmış: “İngilitere’nin bir imparatorluğu vardı, ama Rusya bir İmparatorluktu.” İmparatorlukların organize oluş yöntemlerinde farklılıklar var mı?

Elbette. Rusya’nın çok uluslu ve kıtasal bir imparatorluk olması büyük bir fark yaratıyor. Rusya’nın melez, yarı-Asyalı bir kimliği var. Ve bu, Kuzey Kafkasya insanlarının Puşkin, Bestujev-Marlinsky ve Lermantov tarafından romantikleştirilmesinde ifadesini buldu. Rusya’nın kültürel heterojenliği, romantikleri tamamen ait olmadıklarını bildikleri Batı medeniyeti ile Asya’yı sürekli ve yanlızca tanımlamak yerine, öyle ya da böyle, Asya’yı geliştirmeye hazırladı. Yani bu daha karmaşık ve kararsız bir girişim. Rus Oryantalizmini Said’in örnekleri ile kıyaslama meselesi giderek artan bir şekilde bilim adamlarının dikkatini çekiyor. Yakın zamanda David Schimmelpenninck van der Oye’nin "Russian Orientalism: Asia in the Russian Mind from Peter the Great to the Emigration" (Rus Oryantalizmi: Muhteşem Petro’dan Göçe Rus zihninde Asya) adlı kitabı konuya büyük katkıda bulundu. Çok hoş bir kitap.

 

Sizinde belirttiğiniz gibi Avrupa’nın konsepti, Rusya’nın kimliğinin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadı. Bazı düşünürler ‘Avrupa’nın Rusya fikrinin belirlenmesinde temel ‘öteki’ olduğunu söylüyor – Ruslar Avrupa’dan söz ederken aynı zamanda kendilerinden de söz ediyorlar. Bu, Slavofiller (Avrupa tarzı gelişime karşı çıkan romantik milliyetçiler) ve Avrupa yönlü liberal perspektifler arasındaki gerginlikler açısından özellikle önemli. Bu gerginlikler 1840’ların sonlarında kristallaşti ve bugüne kadar, bir nebze de olsa, devam ediyor. Bununla birlikte bu ‘ötekileştirme’ çift yönlü idi; Doğu Avrupa (ve onunla birlikte Rusya) 18. yüzyılın Batılı düşünürleri tarafından “doğulaştırıldı” (Orientalization) Ya da tarihçi Larry Wollf’un etkili kitabında "Inventing Eastern Europe: The Map of Civilization on the Mind of the Enlightenment" (Doğu Avrupa’yı Bulmak: Aydınlanma Düşüncesinde Medeniyetin Haritası) söylendiği gibi kısmen doğulaştırıldı. Onun sözlerinde bu, eş zamanlıydı, ‘Avrupa ama, Avrupa değil’. Avrupa ve Şark arasında aracılık eden bir bölge. O halde, Avrupa’nın konseptiyle olan bu sorunlu ilişki ele geçirilen Kafkasya ile ilgili Rus metinlerinde ne derece yer alıyor?

Sanırım bu tamamen merkezi. Ve tüm bu meselenin baş açıklayıcısı olarak Wolff’tan söz etmekte kesinlikle haklısınız. Rusya’nın doğulaştırılması geleneği, tabiki de, Rusya’nın Kafkasya’yı inşasında görülmüyor. Meselenin kalbi, Dostoyevski’nin hayatının son günlerinde, Orta Asya’nın fethinin sırası geldiği bir zamanda söylediği ünlü sözünde bulunuyor. Dostoyevski “Avrupa’da izleyiciler ve kölelerdik ama Asya’da efendiler olmalıyız. Avrupa’da Tatardık, ama Asya’da fazlasıyla Avrupalıyız. Asya’daki medenileştirme görevimiz ruhlarımızı ayartacak ve bizi oraya götürecek” demişti. Diğer bir deyişle, Asya’da bir imparatorluk kurmak Rusların ‘Avrupalı’ oldukları algılarını destekleyen Avrupa tarzı bir projeydi. Bu, tarihçiler Peter Holquist ve Alexander Martin’in ‘imparatorluğun diyalektikleri’ (Rusların ‘Doğu’yu hayal etme ve Doğu’ya muamele etme şekilleriyle, ‘Batı’ ile olan problemli ilişkileri arasındaki geçişler) adını verdikleri dinamikti. Bu tamamen merkezi.

Kitabınızda ‘Kafkasya Edebiyatı” yapan dört temel yazarı ele alıyorsunuz. Aleksandr Puşkin’in 1822 tarihli şiiri “Kafkas Tutsağı”dan başlayarak 1896-1904 yılları arasında yazılan ve ilk defa 1912’de ciddi şekilde sansürlenerek yayınlanan Lev Tolstoy’un “Hacı Murat” eseriyle sona eriyor. Bu ikisi arasında ise 1830’lardan 1940’lara kadar Aleksandr Bestujev-Marlinski ve Mihail Lermantov var. Sizce, bu yazarlardan hangisi emperyal Rus yönetiminin rasyonalleştirilmesinde ve/veya haklı gösterilmesinde yararlıydı?

Bence bu sorunun cevaplanması çok zor, belki de imkansız. Çünkü içerik yazarların nasıl okunduğuna göre değişiyor. Bir taraftan Kuzey Kafkasyalı adamın bir özgürlük savaşçısı, savaş faziletlerinin vücut bulmuş hali ya da Rusların kendileri ile ilişkilendirmeyi sevdikleri her tür şey olarak değerlendirmesini bulabilirsiniz. Ek olarak, özellikle Lermantov’da, fethin gaddarlığı ve vahşiliği konusunda ip uçları bulabilirsiniz. Lermantov’un “İsmail Bey” adlı şiirinde Rus ordusu ‘yırtıcı hayvan’a benzetiliyor. Ruslar bir köyü yok ederken, bebekleri öldürürken ve benzeri şekillerde gösteriliyor.

Bence, özellikle Lermantov’da savaştaki karşılıklı muamelelerle ilgili ip uçları bulabilir ve bunlardan çeşitli senaryolar ve değerler çıkarabilirsiniz. Mesela, 1990’larda Kafkaskaya’daki kargaşa yükselirken Çeçenler, “zloy Chechen” (zalim Çeçen) şiirindeki bir sahne (Ahlaksız Çeçen bankın etrafında sinsice dolaşmaktadır) nedeniyle Lemantov’un Caharkale’deki heykelini yıktılar. Bu bağlamda, Sovyet sonrası dönem bağlamında Lermantov oldukça emperyalist bir yazar olarak değerlendiriliyordu. Ve hala bu oldukça saptırılmış bir okuma.

Gerçeği söylemek gerekirse, Lermantov’un üç büyük romantik arasında savaşın ahlaki meşruluğu konusunda en çok şüpheye neden olan kişi olduğunu söyleyebilirim. Tabiki de Tolstoy’un “Hacı Murat”ı tek başına Kafkasya savaşını açık bir şekilde soykırımsal bir saldırı olarak kınamıştı. Ama, benim görüşüme göre, Rus askerlerin bebek katili olarak gösterilmesinin de dahil olduğu Romantik edebiyatın motifleri, Tolstoy’un yaşlılığında açık bir şekilde ortaya koyduğu antiemperyaslist tutum için hayati önem taşıyan öncülerdi.

Dini farklılıklar Oryantalist söylevde çok önemli bir rol oynuyor. Yine Said’den bir alıntı yaparsak özellikle Batı Avrupa’ya bir tehdit olduğu yönündeki tarihi algıdan dolayı İslam, “bütün Avrupa medeniyetinin orta çağlardan beri üzerine kurulduğu temellere karşı olan bir yabancıya çevrildi”. Rusların bağlamında, Kafkasya’nın Doğulaştırılması, Rusya’nın Kafkasya Müslüamanları ile kızışan savaşı ile bağlantılı olarak nasıl gelişti? Kuzey Kafkasya’nın Müslümanlarını ve İslami kültürlerini temsil eden dominant biçim ne idi?

Bu çok ilginç bir soru. Rusların Kuzey Kafkasya halklarını ve Gürcüleri hayal etme biçimleri arasında ilgi çekici uyuşmazlıklar vardı. Rusların Kuzey Kafkasya dağlıları ile ilgili kurdukları romantik imaj ‘asil barbar’ tarzındaydı. Rusların kendi ulusal erkek profillerine atfetmeye eğilimli oldukları savaş meziyetleri, cesaret, özgürlük aşkı gibi özellikleri barındırıyordu.

Bu ‘asil barbar’ tiplemesinin benzerleri tabi ki Batı edebiyatında da bulunabilir, en çok da Byron’un eserlerinde.

Kesinlikle. Ve dağlılarla ilgili. Byron’un "Childe Harold's Pilgrimage" adlı eserinde Arnavutluk’u ele alış şekli tam olarak buna uygundur. Ama ilk olarak Puşkin’in "Kavkazski Plennik" yada "gortsy" de modellendiği üzere dağlılar, ciddi bir şekilde Müslüman olarak etiketlenmemişti. İslam’dan bahsedilmesi, aslında, çok marjinal. Bunun yerine esere hakim olan konu dağ ortamı. Görkemli dağlar arasında yerleşmiş küçük bir Çerkes köyü var. Bu tür sahneler yakın zaman sonra (1820’lerde) Rusların Kafkasya dağlarını kendi Alpleri olarak algılamalarına yol açtı, “Kavkazskie Alpi” (Kafkas Alpleri). Ek olarak, Puşkin’in şiirinde ‘Circassian narod’ (Çerkes halkı) bütün gün tarlalarda çalıştıktan sonra köylerine dönerken resmediliyor. Bu küçük, ama önemli bir detaydır ve bence, bu insanların bir tarım temeli olduğunu ve sadece haydut olmadıklarını akla getiriyor. Özellikle ‘narod’ kelimesinin kullanımı Puşkin’in Çerkeslerine köylülerle bir benzerlik veriyor.

Bu bağlamda Puşkin “Kavkazskii Plennik” eserini yazdığı zaman General Yermalov’un Kafkasya’yı zaptettiği yönündeki yaygın Rus inanışını paylaştığını hatırlamak önemli. Bir Rus gazeteci 1823’de “Kafkasya Rus tahtının ayaklarına düşmüştür” diye yazmıştı. Savaş bitmiş gibi görünüyordu. Halbuki bu sadece geçici bir durulmaydı. 1820’lerin sonlarında, ilk Kafkasya İmamı Gazi Muhammed’in liderliğinde Çeçenya ve Dağıstan’da Ruslara karşı cihad başladı. Ve bildiğiniz gibi, bu direniş hareketi ancak 1859’da Rusya’ya teslim olan İmam Şamil dönemine kadar devam edecekti. İşte şimdi cihad ve Rus askeri saldırısının başlaması bağlamında “gotrsi”lerin vahşi ve barbar Müslümanlar olduğu edebi imajının yaygınlaştığını görüyoruz. İslami element dile getiriliyor. Ve tabiat da, benzer bir şekilde ,1830’lu yılların yazılarında belli bir oranda doğulaştırıldı. Mesela, dağlar “Alpler” yerine “Aulous dağları” oldu.

(Çoğunlukla Said’in bahsettiği yapıdaki) Bu doğulaştırma süreçleri temelde uzun zaman önce unutulan yazarların çalışmalarında gerçekleşti. Kitabımın “küçük doğulaştırıcılar” diye adlandırdığı yazarlar. Bestuzhev-Marlinsky, Lermontov ve asker-yazar Aleksandr Polezhaev eserlerinde İslami kültür, Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan’dan çokça bahsedildiği doğru. Bununla birlikte onların hikayeleri, belirsiz ve kısa ömürlü küçük doğulaştırıcılar tarafından yazılan eserlerden daha karmaşık ve ikirciklidir. Bu eserleri daha karmaşık hale getiren büyük etken ise, Bestuzhev-Marlinsky, Lermontov ve Polezhaev’in savaşları ahlaken rahatsız edici, hatta mide bulandırıcı teşebbüsler olarak sunmalarıdır. Ve bu, 19. yüzyılda Rusların Kafkasya’nın fethinin hırslı generallerin yararsız ve zararlı çılgınlıkları olduğu yönündeki algılarında yankı bulan bir temadır.

 

Şimdi özellikle Gürcistan hakkında soru sormak istiyorum. Bence kitabınızda etkileyici bulgulara ulaşmışsınız. Kuzey Kafkasya’nın metinlerde tasvir edilişinden oldukça farklı olan bu çok özgün sunum biçimini tanımlıyorsunuz. En önemlisi Gürcistan’ın sürekli olarak doğulaştırıldığını ve Batılı özelliklerinin sistematik bir şekilde gözardı edildiğini iddia ediyorsunuz. Bize bunun hakkında daha çok şey anlatabilir misiniz? Ve eğer kesin bir şekilde belirtebilirseniz, Rus yazarlar Gürcistan’ı ne derece yanlış anlatıyorlar? O zamanlar Türk ve Pers kültürlerinin etkisi çok büyüktü. Diğer bir değişle, Gürcistan doğulaştırmak için kolay bir ‘hedef’ti. Bir çok tarihçi hala Rusya’nın Gürcistan’ın Avrupalılaştırılmasında kilit rolü oynadığına inanıyor. O halde, Rusya’nın emperyal genişlemesi sırasında Gürcistan nasıl Avrupalı idi? Rus yazarlar ne kadar şeyi göz ardı etmek zorunda kaldılar?

Evet. Karşılaştırma gerçekten çarpıcı. Sorunuzda da belirttiğiniz gibi, İran ve Türkiye’nin etkileri yüzünden Gürcistan, doğulaştırmak için kolay bir hedefti. Dikkate değer bir etki bıraktılar. Ama asıl nokta, bence, Rusların Gürcistan’ın tarihi ve kültürünün idrakı konusunda seçici davranmaları. Onlar, Gürcistan’ın antik Hristiyan temellerini görmezden geldiler ve Gürcistan’ı oldukça hafiflettiler. Her şey, Rusya’nın ülkeyi ele geçirişini haklı çıkaracak bir tarzda yapıldı. Kuzey Kafkasya insanlarının biçimlendirilmesine dahil olan oryantal özellikler, imparatorluğa karşı silahlı direnişin çevresinde kümelendi. Diğer yandan Ruslar Gürcistan’ı ayyaş, nefsi ve tembel Doğu olarak gösterdiler, onu sık sık Rusya ile birleşmek için yanıp tutuşan bir kadın olarak sembolize ettiler. Ve sonra bu emperyal efsaneyi gerçekleştirmek için Gürcü erkekleri tembel, zayıf, korkak, çoğu zaman sarhoş, aceleci, çabuk sinirlenen ama hep başarısız olan kişiler olarak basmakalıp bir kategoriye sokuldular.

 

Mesela, Lermantov’un savaş alanından kaçan “korkak Gürcüler” hakkındaki ünlü sözünde de belirtildiği gibi mi?

Kesinlikle evet. O sıralar akrabalarından biri “Lermantov ordudaydı, Gürcülerin korkak olmadıklarını biliyor. Bunu neden yazdı?” demişti. Ama bütün bunlar efsanenin bir parçası.

 

Peki ne oldu? Neden Kuzey Kafkasya’da yiğit figürler (Ammalat Bek, Hacı Murat, Şamil) varken Gürcistan hakkındaki metinlerde zayıf erkek ana karakterler var?

Aslında bu, belki de, cevaplanması imkansız bir soru. Muhteşem tarihçi Mark Raeff bir keresinde bana en iyi tarihin ‘neden’ değil ‘nasıl’ sorusu araştırılırken ortaya çıkarıldığını söylemişti. ‘Nasıl’ sorusu sıklıkla bir çok spekülasyona yol açabilir. Kesin bir biçimde yapabileceğimiz şey, sadece bir şeyin nasıl olduğunu gözlemlemek ve belki sonra bunun arkasında neler olabileceği hakkında tahminlerde bulunmak. Rusya meselesine gelince, Gürcistan hakkındaki Rus efsaneleri açıkça emperyal işgali meşrulaştırma amaçlı. Ve sanırım, Rus İmparatorluğu’nun büyüklüğü ile kıyaslanınca bir tür maçoluğa çekici gelen Gürcistan’ın çok küçük olması ile ilgili bir şeyde var.

Geride kalan ilgi çekici bir şey, Rusların Gürcü betimlemeleri, Gürcü kültürünün karmaşık gerçeklikleri ve Gürcülerin Ruslarla etkileşimleri temalarının kesişim noktaları. Sadece Gürcistan’ın Hristiyanlığı Rusya’dan altı asır önce kabul etmesi söz konusu değil. Ayrıca (1801’de başlayan) Rusya’nın Gürcistan’ı topraklarına katmasından sonra bir çok Gürcü Çarlık ordusunda hizmet etti, Napolyon savaşlarında, Çeçenlere karşı ve benzeri durumlarda savaştılar. Ek olarak, Ruslar ve Gürcüler arasında profesyonel ve şahsi ilişkiler ağı vardı. Mesela, Aleksandr Griboyedov'un kayınbabası Prens Aleksandr Çavçavadze konukseverliği ve Rusya ile Gürcistan’dan eğitimli edebiyat adamlarını bir araya toplaması ile ünlenmişti. Ve tabiki Ruslar ve Gürcüler arasındaki edebi ve kültürel temaslar Sovyet döneminde de gelişmeye devam etti. Ancak, Hristiyan erkekliğinin pozitif özellikleri ve Rus ve Gürcü erkekleri arasındaki benzerlik manifestoları, Gürcistan üzerindeki Rusya hakimiyetini garantileyen kültürel mitoloji lehine Rus metinlerinde sansürlendi.

 

Burada özellikle hangi metinlerden söz ediyorsunuz?

Lermantov’un “İblis” adlı eseri korkak Gürcü erkeği imajını gördüğümüz iyi bir örnek. Bu sürecin daha da etkili olan kısmı ise Rusların hem Hristiyanlığı hem de Gürcistan’ın Rusya’nın boyunduruğu altına alınışını ve Rus yönetimine karşı Gürcü direnişini göz ardı eden Rus metinleridir. Bunlardan en bilineni, 1803’de tahttan indirilen Gürcü kraliçesi Mariam’ı tahttan indirme emri ile gelen çarlık generalinin kraliçe tarafından bıçaklanarak öldürmesidir. Bu, zamanın Rus belgelerinde acımasız ve bir kadının işleyeceği akıl almayan zalimce bir hareket olarak tanımlanan harikulade bir davranıştır. Ve bu cinayet, ben öyle inanıyorum, Rus edebiyatında tehlikeli Gürcü kadını olarak izlerini bırakır. Lermantov’un şiirinde ahlaksız Kraliçe Tamara imajı vardır, Puşkin’in "Bahçesaray Çeşmesi” eserinde Zarema bir katildir ve Griboedov’un “Gürcistan Geceleri” eserinde Midia’ya (Yunan mitolojisinde Kolhis Laz kralı Aetes'in kızı) benzeyen bir kadın figürü vardır. Kısaca, bu acımasız kadınlar da, onları kontrol altında tutmak için güçlü erkeklere ihtiyaç olduğu ortaya atılarak, imparatorluğun inşasının garantilenmesine yardım ederler. Ve Gürcü erkekleri, hatırladığımız gibi, zayıftırlar.

 

Burada görülen bir çelişki var, politik olarak Gürcistan’ın Rusya’ya katılışı Hristayanlığın ve Avrupa’nın kültürel değerlerinin İslam’a karşı korunması olarak çoğunlukla haklı gösterildi. Ve hala Gürcistan’ın Hristayanlık mirası Rus edebi metinlerinde göz ardı ediliyor.

Evet, bu oldukça iyi bir nokta. Ama efsane yapmak, çözülemez görünen çelişkileri çözmekte iyi olmayı gerektirir. Sanırım dişilik sembolü bunu açıklamada yardımcı olur. Bir yandan Rusya’nın koruyucu olduğu ve dindaş olduğunuz fikri var. Ama ayrıca Rusların bilinç altlarında Hristayanlık bağı olmasına rağmen, Gürcistan’da her sınıfın ya da toplumun zaman zaman Rus yönetimine karşı ayaklandıkları gerçeği var. Yani işgal gerçekten istenmiyor. Ve bu gerçek, bu acımasız kadınlarda somutlaştırılıyor. Yani hem koruma ihtiyacı, hem de bir tehlike (bir tür zebaniye dönüşebilecek bir kadın) olduğu hissine kapılıyorsunuz. Meselenin her iki yönü baskın Rus (Rus damat) figüründe çözümleniyor ve böyle devam ediyor.

 

Radio Free Europe/Radio Liberty'de yayımlanan bu röportaj Cavit Yılmaz tarafından Ajans Kafkas için Türkçe'ye çevrildi.