Veli Bayrak’la 24 mizah öyküsünden oluşan yeni kitabı “Eşek Dediğin Anırır” hakkında konuştuk:

***

Yeni kitabınızdan bahseder misiniz?

Diğer iki kitabım “Gülümse Seviyorum” ve “Oğluma Öldüğümü Söylemeyin” gibi Telgrafhane Yayınlarından çıktı. 24 adet mizah öyküsünden oluşuyor.

Kim ne derse desin Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve benzeri isimlerden sonra Türk edebiyatında özellikle de mizah alanında büyük bir boşluk oluştu. Muzaffer İzgü diğer yukarıda saydığım iki isme dahildir. Bu isimler Türk edebiyatı ve mizahı için önemli isimlerdir yani. Günümüzde de çok iyi yazarlar var, çok iyi eserler ve sağlam da mizah var lakin onların bıraktığı boşluk önemli bir boşluk. Kuşkusuz dünya değişiyor, ülke de değişiyor dolayısı ile edebiyat ya da mizah anlayışı da değişiyor, lakin benim söylemek istediğim tüm bunların dışında bir şey. Yeni okuyucu kitlesi bu isimleri ya da geçmişten günümüze kalan mizah kitaplarını pek fazla okumadığı ya da bilmediği için o döneme atıfta bulunan yazı ve öykülerin anlaşılması da güç oluyor. İşte ben bu güçlüğü göz önüne alarak ve oluşan bu büyük boşluğa atıfta bulunarak 1960’lı yıllardan 2000’li yıllara uzanan bir öykü serüveni sunmaya çalıştım.

Bu yüzden mi yeni kitabınızda özellikle de Anadolu halkının köyde, kasabada ve şehirlerde karşılaştığı zorluklar karşısındaki doğal reflekslerini yerel dil kullanarak anlatmaya çalıştınız?

Tam da öyle. Popüler kültür denen şey hortum gibidir önüne ne çıkarsa silip süpürmek ister. Oysa değişime ayak uydurmak, değişimi kontrol altına alıp geçmişle geleceği birleştirmek başka bir şeydir, değişime hazırlıksız yakalanıp geçmişi tamamen unutmak, görmezden gelmek başka bir şeydir. Kaldı ki edebiyat durağan bir şey de değildir.

Aslında bütün sanat kolları aynıdır. Sinema, müzik, resim. Örneğin 2016 Türkiye’sinden bakıp 1920’li yılları eleştiremezsiniz. Örneğin Metin Erksan’ın Susuz Yaz filmini bugünkü teknik donanım ve alet edevatları göz önünde bulundurarak eleştirebilir misiniz? Keşke kameralı helikopter kullansaydı diyebilir misiniz örneğin? Ama maalesef bugün gelinen noktada gerek sanatta gerek edebiyatta gerek siyasette bu yapılıyor. Geçmiş ya görmezden geliniyor ya da tarihsel süreç göz önünde bulundurulmaksızın eleştiriliyor.

 “Lozan’da biz olsaydık” demek gibi mi?

Hemen hemen öyle. Adam oturmuş koltuğuna, sanat yok, sinema yok, şiir yok, üretim yok, hiçbir şey yok ve “Lozan’da biz olsaydık şöyle yapardık böyle yapardık” diye ahkam kesiyor. Tamam da sen hiçbir şeyde yoksun ki. Bakın bu ülkede hem de önemli televizyon kanallarında “Jiletle tıraş olmak caiz midir” soruları tartışılıyor. Bu kafa Lozan’da nasıl olur? Halkın televizyonu olması gereken TRT’de bir adam çıkmış “Hamile kadınların sokaklarda yürümesi hoş değildir” diyor. Bu kafa Lozan’da nasıl olur? Hayır, burada sorun Lozan değil. Sonuçları, getirdikleri, götürdükleri değil o oturulur tartışılır ama sorun başka. Sorun gelinen noktada.

Kitabınızda, özellikle de mizahta 1960’lı yıllar ile 2000’li yılları birleştirmek mi istediniz?

Biraz öyle. Ne kadar başarılı olmuşum ya da olmamışım buna okuyucu karar verecek. Ama bugün köye gelen milletvekili ve o milletvekili ile yaşanan diyalogları anlatan öyküler pek az artık. Muhtarın kasabaya gidip köyün ve köylünün derdini kaymakama anlatması üzerinden öyküler pek fazla yazılmıyor. Köyden kente göç ve gecekondu mahallelerine yerleşen halkın günlük sorunlar karşısındaki bazen komik bazen trajik komik halleri onların kullandığı yerel dil ile anlatılmıyor pek. “Kalpazan” diyorsun o eskide kaldı diyorlar. Peki bu hırsızlar, dolandırıcılar üçkâğıtçılar nereden geliyor peki.

Biraz öykülerden ve o öykülerdeki karakterlerden bahseder misiniz?

Dediğim gibi kitap 24 mizah öyküsünden oluşuyor. Kullanılan diller tamamen yerel. Öyküler nerede ve hangi ortamda geçiyorsa insanların o ortamda verebileceği azami tepkiler göz önünde bulundurularak yazıldı. Fırıldak Halil Efendi’den Kenger Mahmut’a, Kalpazan Nuri’den Memmed Çavuş ve Döne Kadın’a, Büyük Miting ’ten Bir Partinin Çöküşüne, Ya Aziz Nesin Beni de İçine Kattıysa’dan Eşek Kral’a daha birçok öykü var kitapta.

Ya “Cumhuriyetin eşeğine Osmanlının devesine güven olmaz” sözü.

Kitaba ismini veren “Eşek Dediğin Anırır” öyküsünde Kambur Hamza söylüyor o sözü. Benimde sevdiğim bir tiplemedir Kambur Hamza. Her köyde bir isim vardır böyle. Her soruna bir çözüm bulur ama çözüm beraberinde başka sorunlarda getirir. Eğlencelidir ama, diktir bir kere, yiğittir. Susmaktan iyidir yani.

“Gülümse Seviyorum” isimli şiir kitabınız ise 2’nci baskı yaptı...
 
Evet 2’nci baskısını yaptı. Çok değerli yazar şair ve sanatçılardan çokta güzel yorumlar var 2’nci baskıda. Ben bu vesileyle gerek yeni kitabım “Eşek Dediğin Anırır” için gerekse şiir kitabım “Gülümse Seviyorum”un 2’nci baskısı için yorum yapan Şair Süheyla Taşçıer, sinema sanatçısı Neslihan Acar, BirGün Gazetesi BirGün Pazar çizeri Zeynep Özatalay, yurt dışında yaşayan Bahadınlı şair İbrahim Eroğlu, yine yurt dışında yaşayan şair ve yayımcı Ali Şerik’e, Şair Hikmet Işık Cankat’a, sendikacı, siyasetçi ve yazar Yaşar Seyman’a ve benim çok sevdiğim gerek şiirleri gerekse sanata, edebiyata olan katkıları dolayısıyla önemli bir isim şair Cevat Sarıkartal’a güzel yorum ve düşünceleri için çok teşekkür ediyorum.

Yeni çalışmalarınız var mı?

İkisi şiir kitabı öteki tiyatro oyunu olmak üzere 2017 için birkaç düşüncem var. Roman da düşünüyorum bu arada.

“Eşek Dediğin Anırır” dağıtıma çıktı mı?