Özlem Ertan / Taraf

Onbinlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın ardından Adana’ya gittiğinde hayalet bir kentle yüz yüze gelmişti yazar Zabel Yesayan. İstanbul’dan gemiyle yola çıktığında dehşet verici bir manzarayla karşılaşmayı bekliyordu ama bu kadarını tasavvur edememişti. Ölümün günler boyunca dörtnala koştuğu sokaklarda, katliamdan şans eseri kurtulanların çığlıkları yankılanıyordu. Çocuklarını, eşlerini kaybeden kadınlar, hayatta yapayalnız kalmanın acısı ile bir zamanlar mutlu günler geçirdikleri evlerinden arta kalan, yanmış duvarların altında dövünüyorlardı. Gömülmeyen cesetler yüzünden kentte salgın hastalıklar başgöstermişti.

Evler ve kiliseler, içlerindeki insanlarla birlikte ateşe verilmiş, bu ölüm alevlerinden kaçabilenlerin yaşamı ise balta ve kılıç darbeleriyle sona ermişti. Saldırganlar için kurbanlarının ne yaşı ne de cinsiyeti önemliydi. Ölenler arasında çocuklar, bebekler, kadınlar, yaşlılar ve hastalar da vardı.

Yıllardan 1909’du, aylardan Nisan. Tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen II. Meşrutiyet karşıtı ayaklanmayla eşzamanlı olarak Adana’da nefret ve ölüm saçan kalabalıklar yollara dökülmüş ve kısa zamanda Ermenilerin yaşadığı tüm mahalle, köy ve kasabaları devasa mezarlıklar hâline getirmişlerdi. Bu olaylarda ülkedeki gergin ortamı fırsat bilen İttihatçıların parmağı olduğu kısa süre sonra anlaşılacaktı.

EDEBİYATÇININ ANLATTIKLARI

İşte Çukurova semalarını ağıtların ve ceset kokularının sardığı günlerde, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin bölgedeki katliamın boyutlarını araştırmak ve kurbanlara yardım göndermek için görevlendirdiği heyetin üyelerinden biri olarak Adana’ya ayak basmıştı Zabel Yesayan. Öyküleri ve romanlarıyla tanınan iyi bir edebiyatçı ve toplumsal sorunlara duyarlı bir aydın olan Yesayan, Adana’da geçirdiği üç ay içinde Kilikya Ermenilerinin yaşadığı dehşete tanıklık etmiş ve gördüklerini, duyduklarını “Yıkıntılar Arasında” adını verdiği kitabında toplamıştı. Kayuş Çalıkman Gavrilov’un Türkçeye kazandırdığı bu eser Aras Yayıncılık tarafından yayımladı.

Zaman, acıların üzerini örtmüyor. 105 yıl evvel yaşanan dehşeti Zabel Yesayan’ın kaleminden okurken bir kez daha anladım bunu. Sayfalar üzerinde sürgün kafilesi gibi ilerleyen kelimeler canlanıp konuşmaya başladığında hangi çağda yaşadığınızın anlamı kalmıyor. İster istemez siz de acılı sözcüklerden müteşekkil kafilenin peşine takılıp ölüm vadisine doğru yola çıkıyorsunuz.

“Yıkıntılar Arasında”nın birkaç açıdan büyük önemi var: Olayların hemen ardından Kilikya’ya giden yazarın tanıklığına dayanması, kurbanların birebir anlatımlarını içermesi ve tabii ki Batı Ermeni Edebiyatı’nın önemli temsilcilerinden birinin kaleminden çıkması. Tüm bunlar kitabı gerek tarihî gerekse edebî açıdan değerli kılıyor.

SAF ACININ RESMİ

“Yıkıntılar Arasında”,ilk olarak 1911 senesinde İstanbul’da yayımlanmıştı. Eserin, 2014 tarihli ilk Türkçe basımında ise sadece Zabel Yesayan’ın tanıklığı yok. Marc Nichanian’ın “Zabel Yesayan ve Yurttaşlık İlkesi” başlıklı önsözü, Osmanlı Meclisi Edirne Milletvekili Hagop Babigyan’ın Adana katliamına ilişkin raporu ve Zabel Yasayan’ın 1911’de New York’ta Ermenice yayımlanan Arakadz gazetesi için kaleme aldığı “Giligya Yetimhaneleri: Kişisel İzlenimler ve Hatıralar” adlı makalesi de bu kitapta yer alıyor. Tabii bir de acıyı donduran ve zamanın ötesine taşıyan siyah-beyaz fotoğraflar... Tüm bunlar bir asırdan uzun süre önce onbinlerce kişiyi ölüme sürükleyen katliamın ve saf acının resmini oluşturuyor.

“Yıkıntılar Arasında”, insan ruhunu yaralayan gerçeklerin tanıklığı değil de, yazarın hayal gücünün mahsulü olsaydı yine de etkilerdi okuyucuyu. Yesayan’ın betimlemelerinin, anlatımının gücüyle zihinlerde iz bırakırdı. Ancak onun yazdıkları yaşanmıştı. Konuştuğu kurbanların cümleleri acının en koyu hâlini taşıyordu.

Neler yok ki kitapta: Yakınlarıyla birlikte katliamcı çetelerden kaçıp sığındığı kuytulukta ağlayan bebeğini sırf yanındaki onca insanı ele vermemek için elleriyle boğduktan sonra aklını kaçıran anne, mezarsız kalıp kurda kuşa yem olan cesetlerden arta kalanlar, yanan kiliselerden çıkarılan kömürleşmiş insan kemikleri, tecavüze uğrayan küçük kızların bakışları, hem annesi hem de babası ölmüş çocukların birbirlerine “Haydi kardeş olalım” demesi...

YESAYAN’IN TRAJİK YAŞAMI

Zabel Yesayan, “Yıkıntılar Arasında” için yazdığı önsözde, “Biz de kurbanlarımızı verdik, kanımız bu sefer Türk yurttaşlarımızla birlikte döküldü. Bu son olacak” demişti. Çünkü Yesayan, II. Meşrutiyet’e ve eşit yurttaşlığın bir gün mümkün olacağına inanıyordu. Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915’te diğer Ermeni aydınları gibi ölüm yolculuğuna çıkmaktan bir hastaneye saklanarak kurtulduğunda inancı da paramparça oldu. Ancak bu, Yesayan’ın yaşamındaki son trajedi değildi. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Yerevan’a giden yazar, 1937’deki Stalin kovuşturmaları sırasında casuslukla suçlanarak Sibirya’ya sürüldü. Ne hangi tarihte ve nasıl öldüğünü biliyoruz, ne de bedeninin nerede gömülü olduğunu...