İstanbul yeni bir yıla hazırlanırken dokularından bir gülümseme devrildi sırçadan baloncuklarla Beyoğlu’na.

Beyoğlu’nun kaldırımlarına düştü insan soylu en güzel ışıltılı kahkahası yeryüzünün. Kışa düşmüş bir bahar dalıydı Yasemin, ülkemin genç ölüler atlasında savrulan ıtır kokuları arasında bir çığlık. Güzel günlere mıhlı sevecen bakışıyla kaldı anılarımızın kırık dökük sayfalarında, hayat azaltırken renginden gökyüzünün kanat çırpışlarını ve aşkı.

İstanbul nelere şahitlik etmemişti ki; ölümler burcunda defteri fazlasıyla kabarıkken. Yedi tepeli şehir bin yıllık birikimiyle, yaşanmışlıklarıyla Şairin dediği gibi” Asfalttan yürüsün Aralık/ Sevmem, netameli aydır” dizelerini haklı çıkarırcasına 30 Aralık’ta uçurdu onu sonsuz göç iklimlerine aramızdan alıp.

30 Aralık 1994'te The Marmara Oteli'ne arkadaşının doğum günü hediyesi vermek için buluşma isteğini kıramayarak gitmişti Yasemin. Arkadaşına hayır diyememiş, o ince nezaketiyle kış günü buluşmayı kabul etmiş, otele ait Opera Pastanesi’nde, eşiyle evlilik yıl dönümlerini kutlamak isteyen Onat Kutlar ile yollarını orada kesiştirmişti ölüm.

29 Aralık’ta doğum gününü kutlayan Yasemin Cebenoyan, bir gün sonra karanlık eller tarafından konan bombanın patlamasıyla otuz yedi yaşında yaşama gözlerini yumdu. Doğum günü hediyesini almak için gittiği mekân onun için sonsuzluğa uğurlandığı bir kış bahçesi oldu. Binlerce yıldız arasında bizde kalan izleriyle kayıp gitti el sallayarak dünyanın kötülüklerle sınanmış karanlıklarından kalplerimize.

Yasemin’i İstanbul Edebiyat ’ta öğrenciyken tanımıştım. Bizim gibi taşradan gelenler giyimi kuşamıyla hemen ayırt edilirken birbirine benzeyenlerin ilk yıllarda hemencecik kaynaşıp gruplaştıklarını görmüştük yaşadığımız pratikten.

Gerçekten de büyük şehirlerde yetişmiş ,iyi okullarda okumuş diğer öğrencilerle aramızda çağ farkı, derin bir uçurum vardı. Bu fark hem ekonomik hem de entelektüel anlamda gözlemlenebiliyordu.

Üç beş kişi kendi içimize kapandığımız günlerde tanıştık onunla, merdivenin başında. Ders çıkışı öğrenciler dışarıda zaman geçirmek için ayrılırken o bize:

-Siz gelmiyor musunuz? Demişti. Yanımdaki arkadaşlarla şüpheyle karşılamıştık daveti. Daveti kabul etsek cebimizde para yok, etmesek bize sımsıcak bir abla şefkatiyle bakan Yasem’ini kırmış olacağız. Çekine çekine üniversiteden çıkarak Laleli’ye doğru yürümüştük üç beş kişilik bir grupla. Sonra bir Cafede oturup sohbet etmiştik.

O zaman öğrenmiştim onun Saint Benoit Lisesi'ni ve Marmara Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdiğini, Arkeoloji okumak için Edebiyat Fakültesine geldiğini. Yaşça bizden büyüktü ve Anadolu kadının mütevazı duruşu sinmişti gülüşüne, mimiklerine.

O günkü buluşmada masadaki hesabı bizim ısrarımıza rağmen kendisi ödemişti. Bizim hiç de alışık olmadığımız bir durumdu bu. Bizim ezildiğimizi, incindiğimizi anlayınca da: Başka zamanda siz ödersiniz, diyerek bizim feodal gururumuzu da kurtarmıştı aynı zamanda.

Sonraki yıllarda Yasemin’le arkadaşlığımız hep devam etti. Öğrenci dernekleri sürecinde yeni yeni başlayan üniversite gençliğinin örgütlenme girişimleri ağır bir saldırıyla karşılaştı. Demokratik muhalefetin işkenceyle gözaltında kayıplarla baskılanmaya çalışıldığı günlerde gençlik; enerjisiyle, 12 Eylül’ün getirdiği korkuyu yıkıp geçti. Yeniden başlandı her şeye. Çoban ateşleri yanmaya başladı karanlığın doruklarında.

Yasemin öğrenci dernekleri sürecinde Edebiyat Fakültesi Öğrenci derneğinin kültür ve sanat etkinliklerine hep katıldı. Dernek çalışmaları için eylemliklere katılmasa da maddi yardımlarda bulunduğu zamanlar da oldu. Onun tek kaygısı bizim dönemin hengâmesi içinde kaybolup gitmemizdi. Bu anlamda başımıza bir şeyler gelebileceğini, kendimizi korumamız gerektiğini ince bir dille bize her zaman anımsattı. Zamanın ve yaşın ruhuna uygun delifişek günlerde onun uyarılarını hep gülümseyerek karşıladım. Sonra da hızlanan siyasal süreçle birlikte aramızdaki bağlantılar da koptu, görüşemedik uzun süre.

Yıllar sonra bir Anadolu kentinde haberlerde onun adı geçince, önce algılayamadım anlatılanı. Onun o gülen yüzüne ölümü yakıştıramamış olacağım ki o inanmamışlık hali halen devam ediyor. Ben onu hep Edebiyat’ın merdivenlerinde, amfilerinde gülen yüzüyle anımsıyorum. Hayal perdesi orada, her şeyin düğümlendiği yerde ilk gençliğimizin yangın yerinde duruyor yine, umutlu ve sevecen. Geçmişin sisli perdesinden el sallıyor yaşanası o güzel günlere.

Yeniden umutlarımızın tuzaklandığı günlerde, onu aramızdan alanlardan bir özür isteğinde bulunmuş kardeşi Cüneyt Cebenoyan. Bu istek hala karşılığını bekliyor boşlukta asılı bir çınlama olarak, vicdanlara saplı kara saplı bir hançer olarak.

Adı Yasemin, kışa düşmüş bir bahar dalı.

Gülen yüzü umudumuzun, insanlığımızın.