Orhan Pamuk’un “Kırmızı Saçlı Kadın” romanını okurken kitap üzerine bir şeyler yazmak içimden geçiyordu. Titiz bir okurluk yapmam gerektiğine inandığımdan kelimelerin, cümlelerin, paragrafın kurgunun içindeki yerini yakalamaya çalıştım. Kitabın anlatımı sanki bana son romanından artakalanların yeniden harmanlanmasıyla kotarıldığı hissini verdi. Önceki Orhan Pamuk metinlerinin tadını yakalayamadım her nedense. Sayfalar ilerledikçe romanın yazılmış olmak için yazıldığına dair kanaatim pekişti.

Kitap bir kuyucunun yaşadıklarıyla ve yanındaki çırağıyla olan ilişkisi üzerinden kurgulanmış. Kuyucu çırağıyla beraber gittiği kasabada bir oyuna dönüştürdükleri her gece bir kıssadan hisse diyebileceğimiz hikâyeler anlatır. Bir gece ustası çırağına “Sen bir hikâye anlat” der. O da ustasının vurgu ve tonlamasını taklit ederek Sophokles’in Kral Oidipus’un kötü yazgısını anlatır.

Kitabı yarılamışken kitapla ilgili işgüzar birinin suç duyurusunda bulunduğunu öğrendim. Bir mühendis toplumsal polislik görevini yerine getirmek için harekete geçmiş. Kitabın toplatılması ya da ilgili bölümlerin çıkartılarak tekrar basılması talebiyle yasal süreci başlatmış.

Şikâyetçi, suç duyurusunda, kitabın “114’üncü sayfasındaki ensest ilişkiyle ilgili sözlerin ‘Türk örf, adet ve ahlaki değerlerine’ aykırı olduğu, yazarın ensest ilişkiyi çokça görülen ve çeşitleri olan bir olaymış gibi anlattığı”nı belirtmiş. Kitapla ilgili kendince vardığı hükmün mahkemece de tasdiklenip bu ahlak dışı durumun ortadan kaldırılması için harekete geçilmesi adına üzerine düşeni yapmakta gecikmemiş(!)

Pamuk’un suç duyurusuna konu olan ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ kitabının 114’üncü sayfasındaki ifadeler ise şöyle:

“İstanbul’da iki çeşit hikâye okur tarafından çok seviliyor, ucuz gazetelerde çok yayımlanıyordu. Birincisi; oğlu askerde, hapiste, uzaktayken babanın, genç ve güzel geliniyle yatması, olayı fark eden oğulun babayı öldürmesiydi. Çok işlenen ve sayısız çeşitlemeleri olan ikinci cins cinayet ise, cinsel açlık içindeki oğulun, bir cinnet anında zorla anasıyla yatmasıydı. Bu oğulların bazıları kendilerini durdurmaya ya da cezalandırmaya çalışan babalarını öldürüyordu. Toplum tarafından en çok nefretle karşılanan oğullar bunlardı. Ama toplum onlardan babalarını öldürdükleri için değil, zorla analarıyla yattıkları için nefret ediyor, adlarını bile anmak istemiyordu.”

Şikâyet, metnini yazarın kurgusunda yer alan ucuz gazetelerin sayfalarındaki gayri ahlaki haberleri yazarak Türk örf, adet ve ahlaki değerlerine aykırı bulmasıyla başlayan komik hukuksal süreç devam ederken ülke gündemine romanda geçen ve çok okunan gazete haberlerini aratmayacak haberler peş peşe gelmeye devam ediyordu. İşin ilginci bu haberlerin pek çoğunun aile içi cinsel taciz, tecavüz nitelikli olması da şaşırtıcı gelmemeli.

Kitaba açılan dava konusuyla bağlantılı gündeme düşen taciz ve tecavüz haberlerinin artması basın yayın organlarında daha görünür hale gelmesi bu konuda birkaç haftalık aynı örnekleri burada sıralamak istiyorum:

“Çorum'da 13 yaşındaki kıza, öz babası, ağabeyi ve amcasının tecavüz ettiği iddiasıyla 3 kişi gözaltına alınılarak tutuklandı.” (Cumhuriyet/30.03.2016)

“Mahkemeye intikal etmiş bir ensest olay: 'Baba oğluna cinsel istismar uygularken anne; biraz daha dayan oğlum ne olacak ki' diyordu. Anne aynı cümleyi bu kez de kızları istismar edildiğinde söylüyordu. ‘Babanın ihtiyacını gider, ne olur bak! yoksa baban bize zarar verir'.(Ağabey de kız kardeşlerine tecavüz ediyor olmalı ki bu eylemden sonra) yeniden anne: abindir ne olacak, evlenene kadar yapmak zorundasın.”( 05.04.2016 Press Türk/Melike KARAKURT)

“Düzce’de 8 yaşındaki kızını birlikte yaşadığı kişi ile ilişkiye girmeye zorlayan, bu amaçla kızını döven ve cinsel içerikli film izleten anneye 'cinsel istismar suçuna teşebbüs' suçundan verilen 9 yıl 4 aylık hapis cezası bozuldu.” (Cumhuriyet/04.04.2016)

Görüldüğü gibi gazetelerden bir haftalık sürede kamuoyuna yansıyan bazı olaylardan derleme yaptım, pek çoğunu da buraya aktarmadım. Gözünün önünde toplumsal bir vaka olarak çocuk istismarı yaşanırken Orhan Pamuk’un eserini sansürlemek istemek acaba nasıl bir yanılsamadır diye düşünmeden de edemedim? Toplumsal şizofrenin ipuçları aslında bu ruh halinde saklı olsa gerek. Gerçeklikte yanı başında yaşanan dramlara gözünü kapatmak ve bir yazara düşmanlık üzerinden karşı duruş sergilemek…

Bir edebi eserin kurgusal gerçekliğini didiklerken yaşanan gerçeklere gözünü kulağını kapatıp yok saymak, olmamış gibi toplumsal ilişkilerine devam etmeyi açıklayacak sosyolojik veri bulmakta zorlanıyorum doğrusu. İdeolojik körlükle bu açıklanabilir mi bilemiyorum.

Sophokles’i, Orhan Pamuk’u sanık sandalyesine oturtma çabasının son noktada ülkenin geldiği cinnet halinin tezahürü olarak değerlendirmek mümkün. Şişirilmiş kişiliklerin, kendi gerçekliğinin dev aynasındaki yansımasında zıplayan küçük kurbağa görüntüsü bütün bu saçmalıkların başlangıcı. Küçük kurbağalar öyle gürültü çıkararak zıplıyor ki gerçekliğin maskelendiğini, çamura itildiğini görebiliyoruz.

Orhan Pamuk, son romanıyla edebiyat alanında bir yenilik getirebilmiş değil; hatta önceki romanlarının gölgesinde kalmış bir eseriyle karşı karşıyayız; fakat içerik olarak kökü derinde toplumsal yaraya ilk çağlardan mitolojik bir bağlantıyla gönderme yapılmış olması önemli.

Yazarın değindiği aile içi cinsel tacizlerin toplumsal gerçekliğimizin bir parçası olduğu ve bununla bir türlü yüzleşmeye toplum olarak hazırlıklı olmadığımız apaçık ortada. Gerçeğin üzerine koyu bir örtü çekmek dillendirmemek en iyi becerilen davranış.

Toplumsal bir refleks olarak ensest gibi yaygın durumları yok sayma eğilimi, bu duruma vurgu yapan bir romanı bile yargı karşısında hesap verir duruma getirmek küçük kurbağaların dev aynasındaki egosudur. Sapır sapır dökülen toplumsal ahlak anlayışının dinamiklerinin sosyolojik da olarak sorgulanması, toplum üzerindeki tahribatının incelenmesi gereklidir.

Kendi gerçekliğiyle yüzleşemeyen romanın kurgusal gerçekliğine bile müdahil olur.

Kendi yakınında yaşanan acılara bakar kör olan kurbağa korosuyla kaybolur.