Ortadoğu’da ezilen halkların dili, elçisi olmak, boyun eğmeden ısrarla gerçekleri haykırmak, çifte standartlara düşmeden insan haklarını savunmak, ölümü göze almayı gerektiriyor.

Tahir’in vurulduğu haberini aldığımdan beri başım amansız zonkluyor.

Yıllar önce okuduğum Alain Peton’un ‘Ağla Sevgili Memleket’ romanını hep düşünüyorum. Coğrafyamız kanıyor. Hitler müsvetteleri kanatıyor.

Ülke bu iktidar döneminde fundamentalist, mafyatik, şirket tipi bir yapı ve rejim üretti. Hukukun guguk haline geldiği, ‘beyefendinin’ kurallarının ve keyfinin ferman haline geldiği bir rejim oluştu. Gelinin noktaya bakın. Erdoğan’ın birlikte poz verdiği mafya lideri Sedat Peker’e AKP’nin eski Kültür bakanı ve birçok AKP vekilini katıldığı törenle , ‘Türklük Hakanı’ ödülü veriliyor. Peker, Tahir Elçi’yi hedef haline getiren sürecin mimarlarından biri olarak öne çıkmış ve Elçi hakkında ‘PKK Terör Örgütü Değil’ sözlerinden dolayı suç duyurusunda bulunmuştu.

EN ÇOK SEVİLENLER, EN KARARLI OLANLAR

1970’li yıllar Denizlerin, Mahirlerin katlinin hüznünün yaşandığı yıllardı. 1980’ler 12 Eylül faşizminin zifiri karanlık yıllarıydı. 1990’lardan bu yana ise gerçekleri haykıranların devlet destekli gladyolar tarafından hedef alınarak yok edildiği yıllar oldu.

Hep en çok sevilenler, en kararlı olanlar, üslupları hümaniter olanlar hedef alındı. Kürt halkının halk kahramanı, adeta Çapayev’i Vedat Aydın, Elazığ İHD şube başkanı Av. Metin Can, Av. Şevket Epözdemir, bilge Musa Anter, Av. Ekinci, Hrant Dink ve daha niceleri.

Hrant’a en çok güvercin lakabı yakıştı. Gerçekten öyleydi. Kendisine vilayette vali muavininin gözü önünde yapılan MİT tehdidini bile teşhir etmek istemedi. Ortam gerilmesin diye. Tehditten sonra birkaç avukat bizi Agos’ta durum değerlendirmesi için toplamıştı. Etkili bir basın açıklamasıyla bu tehdidin teşhir edilmesini savunduk. Lakin kendisi karşı çıktı. Hep düşünmüşümdür, bu yapılsaydı belki alçakça yapılan suikast yine olurdu. Ama hiç olmazsa belki geciktirilirdi.

ÇİFTE STANDARTLARI OLMAYAN BİR BARIŞ SAVUNUCUSU

Tahir de gerçekten güvercindi. Hep düşüncelerini savunurken net ama temkinli, dili ikna edici, ılımandı. Duruşmalarda da öyleydi. Hamasete kaçmazdı. Bazen bizi sinirlendirecek kadar temkinliliği olurdu. İyi bir hukukçu, çifte standartları olmayan bir barış ve insan hakları savunucusuydu.

Kürdistan’daki hak ihlallerinin inatçı takipçisiydi. 16 kişinin katledildiği Lice davasında, bombalanan Kuşkonar ve Koçoğlu köylerinin yoksul mağdurlarının hak arayışında, Temizöz cinayetlerinde mağdurların yanında, Roboski katliamında sorumluların peşinde Tahir hep vardı.

Savaş tacirlerince “PKK terör örgütü değil, silahlı mücadele veren siyasi bir örgüttür” sözü bardağı taşıran son damla olmuştu. Bilimsel ve hukuki bir gerçekliği, siyaset biliminin gerektirdiği doğruyu dile getirmişti. Savcılık ve hakimlik sorgusunda da dünyadan örnekler vererek, bir bilgelik konumunda görüşlerini izah etti. Ulusalüstü hukukta üzerinde anlaşılacak bir terör tanımının olmadığını, bu tanımın kaypak ve bilim dışı olduğunu; Budapeşte Savcılık Meslek Etik İlkeleri’ni rafa kaldırmış savcıya ve Bangalor Yargı Etik Kurallarını içselleştirmemiş adliye katibi gibi davranan yargıca anlatmaya çalıştı.

Hukukun evrensel kuralları duruşma salonunda Tahir’le ve onu savunan meslektaşlarıyla ayaktaydı. Sorgusunu yapanlarca ise ulusalüstü insan hakları hukukunun özgürlükçü ilkeleri ayaklar altındaydı.

Kürdistan’ın en büyük barosunun başkanı, en tepelerden verilen emirle adli bir suçlu gibi derdest edilip, gözaltına alınıp İstanbul’a getiriliyor, tutuklama istemiyle hakimliğe sevk ediliyor ve yurtdışı çıkış yasağıyla serbest bırakılıyor, adliye tarihinde görülmemiş bir hızla 10-15 gün içinde iddianame hazırlanıp dava açılıyordu. İşkence yapanlar, gözaltında kaybedenler, faili meçhul cinayetleri işleyenler için onlarca yıl sessiz ve seyirci kalan yargı mekanizması öç almak ister gibi yıldırım hızıyla davranmıştı.

EL BİRLİĞİYLE ÖLDÜRDÜLER

Tahir’i isteyerek, hedef göstererek, medyada linç ederek el birliğiyle öldürdüler.

Olayda birçok özellik Tahir’in tesadüfen değil, kasıtlı olarak öldürüldüğünü gösteriyor.

Polislerce takip edilen araç neden Tahir’in basın açıklaması yaptığı yerin hemen yakınında durduruluyor? Bir gün önce takibe alındığı açıklanan araca müdahale neden açıklama günü ve açıklama mahallinde yapılıyor?

Tüm görüntülerde arabadan kaçanların ateş etmediği, analizlere göre 26 ve 29 el ateşin polislerce, Tahir’in bulunduğu yöne doğru yapıldığı gayet net görülüyor.

Enseden vurma, durumu zaten açıklıyor. Bazı basının çektiği görüntüler özel timlerce siliniyor. Olayın hemen akabinde sıcağı sıcağına olay yeri incelemesi yapılamıyor, adeta yapılmak istenmiyor. Yani deliller toplanamıyor, delilerin karartılması, yok edilmesi suçu işleniyor. CMK 8/2. maddedeki bağıntılı suç oluşuyor.

Açıklamanın yapıldığı mahal özel harekatın adeta cirit attığı bir bölge olmasına rağmen basın açıklaması yapanların korunması için en ufak güvenlik tedbiri alınmıyor.

“İNSANLIĞA KARŞI SUÇ”

İşin özü; Tahir Elçi’nin şahsında “insanlığa karşı suç” işleniyor. İnsanlığa karşı suçun özelliği; siyasi, ırki, etnik nedenle mağdurun şahsında, mağdurun mensup olduğu topluluğun hedef alınmasıdır. Bu suikast bazılarının dediği gibi Türkiye’ye yapılmamıştır. Kürt halkına, insan hakları ve barış savunucularına, ezilen halklara yapılmıştır. Her türlü şek ve şüpheyi giderecek tarzda Tahir’in güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu kasten öldürüldüğü görüntülerden gayet net anlaşılıyor.

“AİLEMİZ BİR KARDEŞİNİ YİTİRDİ”

Paris barosu ve Avrupa’daki hukuk ve avukat kurumları bizdeki gazetelere verdikleri ilanlarla çok samimi bir şekilde bu alçakça suikastı telin ettiler. Paris baro başkanı çok içten bir ifadeyle “ailemiz bir kardeşini yitirdi” dedi.

Bu vahim suikast başka bir ülkede olsa içişleri bakanı derhal istifa eder, Amed valisi ve emniyet müdürü de derhal görevden alınırdı. Ne var ki buradaki yetkililer en tepeden en alta kadar bilgi kirliliği yaratmak için birbirleriyle yarış ediyorlar.

Erdemli barış elçisi, arkadaşım, meslektaşım sevgili Tahir; Bakırköy adliyesinde pazartesi günü yaptığımız protestodaki kısa konuşmamda da vurguladığım gibi şair Hasan Hüseyin’in bir şiirinde söylediği gibi ‘acıyı bal eyleyerek’ ödün vermeden, ısrarla coğrafyayı savaş çetelerine terk etmeyerek mücadelemizin her karesinde seni, Vedatları, Hrant Dinkleri ve özgürlükler yolunda yitirdiğimiz tüm kayıplarımızı yaşatarak barış mücadelemize, hak ve özgürlükler mücadelemize devam edeceğiz.