Altan Tan 29.01.2016 tarihinde Mecliste bir soru önergesi vererek ''Başörtülü personelin ve meclis personelinin başörtülü eşlerinin kuaför hizmetlerinden daha rahat bir şekilde faydalanabilmesi için sadece kadın personelin çalışacağı bir kuaför salonu hazırlanmasını istedi. Altan Tan, başörtülü kadınları mağdur eden bu uygulamanın 2 yılı aşkı süredir düzenlenmemesin gerekçeleri nelerdir?'' diye sordu.

Bu soru önergesini verdiği saatlerde Cizre’de bodrumda sıkışıp kalmış yaralı ve perişan haldeki insanlardan Sultan, “su heval su diyorum su” diye bağırıyordu.

Sultan dayanamadı, direnemedi, meclisteki kuaför sorununun çözülmesini göremeden öldü.

Altan Tan, Miray bebek öldürülmeden iki gün önce, Cizre’deki sokağa çıkma yasağı uygulamasının on üçüncü günü, mecliste bir kanun teklifi vermişti.

Verdiği kanun teklifinde, 1925 de kapatılan tekke ve zaviyelerin kapatılma kararının iptalini ve tekke ve zaviyelerin yeniden açılmasını istiyordu.

Acaba HDP milletvekili Altan Tan, bizim bilmediğimiz, anlayamadığımız, düşünemediğimiz bir strateji ve taktik mücadele içerisinde mi?

Mecliste sadece kadın personelin çalışacağı bir kuaför salonunun hazırlanmasıyla Cizre’deki bodrum sorununun çözüleceğini düşünüyor olabilir mi?

Daha önce verdiği tekke ve zaviyelerin yeniden açılmasıyla ilgili kanun teklifini, sokağa çıkma yasaklarının iptali için istemiş olabilir mi?

Yoksa “bir elimde cımbız bir elimde ayna” durumu mu?

Sade vatandaş olan bizlerin anlayamayacağı, kavrayamayacağı derinlikte olan bu taktik ve stratejik girişimlerin henüz sonuçlarını görmemiş olsak da kendisini bu çabalarından ötürü kutlamak bizim içi,n bir borç olsa gerek.

Rahmetli Bedii Tan, Diyarbakır’ın ünlü, beş nolu olarak anılan E tipi cezaevinde, 1982 ramazanında oruç tuttuğu bir sırada, askerler kanalizasyondan avuç avuç pislik yedirmiş, bu nedenle hastalanmış, daha sonra askerlerin tekmeleri sonucu barsakları patlayıp ölmüştü.

Aynı devletin görevlilerinin bugün ağır baskı ve şiddet uygulamaları karşısında oğul Altan Tan’ın meclis kuaförü sorunuyla ilgilenmesini biraz da olsa garipsedim. “Tekke ve zaviyelerin açılmasını isteme zamanı mıydı” diye düşündüm.

Tek gariplik bu olsa neyse diyeceğim.

Aylardır devlet “terörist” avına çıkmış. Şehirler, ilçeler, mahalleler yıkılıyor. Sivil, asker, polis bir çok ölüm var. Taş üstünde taş kalmamış. “PKK bitmeden operasyonlar bitmeyecek” diyor.

Diğer tarafta (eğer doğru ise) PKK, “HPG olarak herhangi bir şehirde savaşım yürütmek üzere görevlendirdiğimiz bir birimimiz yoktur” açıklamasında bulunuyor.

Bir an için bu açıklamanın doğru olduğunu kabul edelim, bu durumda devlet kiminle savaşıyor?

Bu açıklama doğru ise, bu açıklama ne için ve kime karşı yapılmıştır?

Kandilden yapılan açıklamalara baktığımızda da aynı sonucu görebiliyoruz. “savaş biraz daha tırmandırılırsa savaşa dahil olacaklarını” söyleyen kandildeki yetkililerin bu açıklaması da, şimdilik kaydıyla savaşın içinde, savaşın tarafı olmadıklarını gösteriyor.

Tam da bu noktada sorma hakkı doğuyor.

Kandil savaşın tarafı mıdır?

Değil ise, bugünkü ortamda bile savaşa “henüz” anlamıyla girmiyor ve biraz daha tırmanmasını bekliyorsa, asıl görevi, hedefi, amacı nedir? Kandilde bulunan insanlar, oraya ne için ve nereden gittiklerini, orada ne için var olduklarını unuttular mı?

Devlet sizinle savaştığını söylüyor, siz savaşın içinde olmadığınızı açıklıyorsunuz.

Devlet sizinle savaştığını söyleyerek uyguladığı sokağa çıkma yasaklarıyla şehirleri, ilçeleri savaş alanına çeviriyor, sivil halk, “uğruna savaştığınızı söylediğiniz” halk perişan, ne yapacağını bilmez halde evlerini, yurtlarını terk etmiş, siz hala “biz savaşın içinde değiliz” diyorsunuz.

Devlet kiminle savaşıyor?

Devlet sizinle savaştığını söylerken, devletin karşısında siz yoksanız, kim var?

Ve neden siz yoksunuz?

Siz, bu halk için, bu halk adına savaştığınızı söylemiyor muydunuz?

O zaman neden yoksunuz?

Neden halkınızı yalnız, tek başına, çaresiz, boynu bükük bıraktınız?

“Savaş tırmandırılırsa gerilla şehir merkezine inecek” derken, bir taraftan, savaşın içinde olmadığınızı diğer taraftan halkınızı yalnız bırakmış olduğunuzu söylüyorsunuz.

Bir savaş daha ne kadar tırmandırılır?

Neyi bekliyorsunuz?

Neredeyse yirmi gündür insanlığa işkence yapılıyor Cizre’de. Bodrumda sıkışıp kalmış, çoğu yaralı yirmi altı insan teker teker ölüyor. Onların adına otuz yıldan fazladır savaştığını söyleyenler olarak, neyi seyrediyorsun?

Cizre’nin, Sur’un, Silopi’nin ve diğer illerin tamamının yıkılmasını mı bekliyorsun?

Savaşın tırmanma noktası burası mı?

Her yer yıkıldıktan, ortalıkta şehir, ilçe, ev kalmadıktan sonra nereye inecek gerillaların?

Elbette bilmediğimiz, tahmin etmediğimiz, düşünemediğimiz bir takım sebepler vardır savaşın tarafı olmamanız için. Stratejik durumunuzu, taktiklerinizi bilemeyiz. Halk için, halk adına savaştığını söyleyip, halkının düştüğü bu durumda bile “savaşın tırmanmasını” beklemek, savaşın tarafı olmadığını açıklamak, bunu açıklamayı gerekli görmek, nedense bana biraz garip geliyor.

Ya bilmediğimiz, düşünemediğimiz, anlayamadığımız derinlikte bir şeyler var ya da birileri yalan söylüyor.

HPG “ben yokum” diyorsa, Kandil ”savaş tırmandırılırsa geleceğim” diyerek olmadığını beyan ediyorsa, devlet kiminle savaşıyor?

Halkı için savaştığını söyleyen, “birlik olun, direnin, gün direnme günüdür” diyerek halkın savaşmasını istiyorsa, kendisi ne için var, ne yapıyor?

Savaş devletle Kandil arasındaysa, neden siviller ölüyor?