Türkiye ardı ardına yaşanacak bol seçimli bir döneme giriyor. Önce yerel yönetim seçimleri yapılacak, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonra da milletvekili seçimleri. Bu seçimler Türkiye’deki siyasi aktörlerin yeniden saf tutmasına, yeni ayrışmalara veya birleşmelere yol açacak. Hiç kuşkusuz her seçim süreci o seçime katılacak örgütler için aynı zamanda yeniden yapılanma dönemi olur.

Bu seçim süreciyle eş zamanlı olarak Türkiye’nin sendikal gündemi de hareketli bir dönem geçirecek. Aralık ayında Eğitim Sen’de seçim süreci başlayacak ve Mayıs ayına kadar sürecek. 2014 yazında da KESK Genel Kurulu yapılacak.

Siyasal gündemin oldukça hareketli ve sıcak yaşanması, sendikal seçim sürecinin gereğinden az ilgi görmesine yol açabilir. Ancak böyle olsa bile, yaşanacak sendikal seçim sürecinin önemi yine de oldukça fazla.

EMEK HAREKETİNDE YAPISAL SORUNLAR VAR

Türkiye’de emek hareketinin bir sendikal kriz yaşadığı artık herkes tarafından kabul ediliyor. Yaşanan sendikal kriz sonucunda bugün emek örgütleri oldukça küçülmüş, etkisizleşmiş ve onlara duyulan güven azalmıştır. Emek örgütlerindeki daralma, emekçilerin haklarında kazanımların olmamasına, sermayenin de saldırılarını daha çok artırmasına yol açıyor.

Emek örgütleri, bugün sermayenin yarattığı değişikliklere karşı yeni bir mücadele anlayışı geliştiremedikleri için kapitalizm karşısında her geçen gün daha fazla gerilemek zorunda kalıyor.

İçinde bulunulan sendikal krizin bir nedeni, yeni sermaye sisteminin yarattığı koşulların etkisi, diğer nedeni de geleneksel sendikal anlayışların sendikaları yönetme ve işletme biçimidir.

Mevcut sorunlar, yapısal bir değişikliği zorunlu kılıyor. Geleneksel sendikal anlayış içinde hayata geçirilecek olan kısmi değişikliklerin bu sorunu çözemeyeceği açıktır. Bugün artık yeni bir örgütlenme ve mücadele anlayışına ihtiyaç var. Bu ihtiyaç bugün birçok sendikal/siyasal çevrede de tartışılıyor. Öyleyse şimdi yapılacak en önemli şey,  yeniye olan ihtiyacı belirtmek kadar, “yeni”nin nasıl olacağının da somut bir şekilde ortaya konulmasıdır. Önümüzdeki sürecin en belirleyici tartışması hiç kuşkusuz ihtiyaç olan “yeni”nin şekillendirilmesi üzerine olacaktır. “Yeni”yi şekillendirecek sendikal/siyasal yapı, emek hareketinin dönüşmesinde belirleyici rol oynayacak ve sürecin önderi olma yolunda önemli bir aşama kat edecektir.

KESK’İN DÖNÜM NOKTASI

Mücadele tarihi daha eskiye dayanmakla beraber KESK, 1980’li yıllarda yeniden başlayan kamu emekçilerinin örgütlenme sürecinin bir sonucu olarak 1995 yılında kuruldu. KESK’in oluşumu hem ağır baskılar altında kalarak durma noktasına gelmiş olan toplumsal mücadele sürecini yeniden canlandırmış, hem de Türkiye emek hareketi tarihinde önemli bir sıçrama noktası oluşturmuştu. Bugün gelinen noktada KESK, kuruluş aşamasında hayata geçirdiği fiili meşru mücadele deneyimi ile önüne koyduğu görevi başarılı bir şekilde yerine getirmiştir. Şimdi artık emek mücadelesini yine toplumsal mücadele ile birleştirip yepyeni bir aşamaya çıkarmanın zamanıdır. Kuruluş döneminde oluşturulan yapısı ve başlangıç aşamasında tanımlanmış hedefleriyle KESK’in ileri bir noktaya sıçraması bugün artık mümkün değildir. KESK, ya bir sonraki aşamaya geçişin dinamiğini yaratacak, hem sendikal hareketi hem de toplumsal mücadeleyi geliştirecek bir yapının oluşmasına öncülük edecek, ya da artık enerjisi tükenmekte olan bir yıldız gibi içine büzülecek ve yavaş yavaş kaybolacaktır. KESK’in seçimindeki en önemli dönüm noktası işte burasıdır.

Aslında KESK, emek hareketini bir sonraki aşamaya sıçratacak dinamiğe de birikime de sahip olmakla birlikte bir süreden beri yaşadığı sorunlar bu dinamiğin ve birikimin açığa çıkmasını engellemekte, KESK’in hareketsiz kalmasına yol açmaktadır.

KESK, son dönemde daha çok içine kapanmış, daha çok yalnızlaşmış, daha çok küçülmüş ve daha çok etkisiz kalmıştır. Ne yazık ki KESK, Türkiye’nin siyasal ahvaline etki edemeyen bir noktaya kadar gerilemiştir. Zaman zaman bu ahvale etki etmeye kalktığında da bunu doğru taraftan yapmayı başaramamıştır. KESK’in bu dönemdeki en büyük açmazlarından biri de emek hareketi içinde giderek yalnızlaşması olmuştur. Tarihi boyunca gerek diğer emek örgütleriyle gerekse çeşitli demokratik kitle örgütleriyle birçok platformda yan yana gelebilen ve gündeme ilişkin belirleyici tutum takınabilen KESK, giderek yalnızlaşmış, gündemden kopmuş ve giderek etkisizleşmiştir.

KESK’in yaşadığı sorunlardan bir kısmı her ne kadar emek hareketinin yaşadığı genel sorunlarla ilgiliyse de bu sorunların büyümesine ve yapısal bir hale gelmesine yol açan en önemli etmenlerden biri de hiç kuşkusuz KESK’te hâkim olan yönetim anlayışı ve bu anlayışın siyasal tercihleri olmuştur. Bugün KESK yönetimlerine hâkim olan anlayışlarla devam edilmesi halinde Türkiye’de zaten var olan sendikal kriz daha da derinleşecek ve sendikal mücadeleye olan güven daha da azalacaktır.

KESK’TEN BİRLEŞİK EMEK MÜCADELESİNE

KESK, tüzüğünde, “Tüm emekçilerin birlikte mücadelesi ve ortak demokratik örgütlenmesi hedefiyle ortak çalışanlar yasasının yaratılması amacıyla her türlü örgütsel formu yaşama geçirmek için çaba harcamayı, bu doğrultuda işyerlerinde ve hizmet kollarında ortak mücadeleyi örgütlemeyi, ilişkiler kurmayı ve geliştirmeyi” amaçlarından biri olarak belirlemiştir.

Ancak, emek hareketinin yeniden yapılandırılmasına yönelik ihtiyaç KESK tüzüğünde yer almasına karşın bu güne kadar bu amaç doğrultusunda kayda değer herhangi bir çalışma yürütülmemiştir. Bu amacın yazılı olarak ifade edilmiş olması önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Birleşik emek örgütleri oluşturmanın yolu, sendikal mücadele paradigmasında gerçekleştirilebilecek köklü bir değişimden geçiyor.

KESK, mahkûm edildiği işkolu sınırlamalarından kurutulup, kamu emekçilerinin yanı sıra Gezi direnişi ile varlığı daha da görünür hale gelen ve önemli bir emek öznesi olan beyaz yakalıları, kent yoksullarını, kayıt dışı çalıştırılan emekçileri, ev işçilerini, göçmen işçileri, işsizleri, emeklileri kapsayacak geniş ve hak temelli bir sendikal örgütlenmenin temelini oluşturacak anlayışı hayata geçirmelidir.

Kazova direnişi farklı mücadele biçimlerinin hayatta karşılık bulduğu gerçeğini çok açık bir şekilde ortaya koydu. Bu nedenle KESK, 19. Yüzyıl sendikacılığı ile 21. Yüzyıl kapitalizmine karşı mücadele yürütülemeyeceğini kavrayan ve buna göre yeni sendikal mücadele araçlarını geliştiren bir sendikal anlayışı benimseyerek yoluna devam etmelidir.

Unutmamalı ki geldiğimiz dönemde KESK’in seçimi artık, sendikal mücadelede bir üst aşamaya geçebilmek ile bulunduğu konumda daha çok etkisizleşerek küçülmek arasındaki seçimdir.