Ankara'daki katliam saldırısından iki gün önce, AKP’ye yakın duruşuyla bilinen yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Ergenekon sanığı Sedat Peker, Rize’de düzenlediği "teröre lanet" mitinginde, “Adeta dünyanın şah damarları kesilmişçesine oluk oluk hepsinin kanlarını akıtacağız. Nehirler dolusu kanları aktıkları zaman anlayacaklar” demişti.

Patlamanın hemen arkasından ise havuz medyasının önderliğinde sosyal medayada hızla yükselen kutuplaştırıcı söylem olayın sadece bir terör saldırısından ibaret sayılmayacağı gerçeğini yüzümüze vurdu...

Kanlı Cumartesi'nin arka plandaki zihin haritası maalesef aşina olduğumuz bir nefretle kaplıydı ve yakın tarihteki benzerlerinden özünde hiç bir farkı yoktu...

AKP’nin tek başına iktidar olması için çalışacaklarını belirten Sedat Peker şöyle diyordu:

“Rize’de yüzde 65’ten fazla oyla destekleyin. Yüzde 65 oyun fazlası olursa sizin yetiştirdiğiniz evlatlarınız da daha iyi savaş ve mücadele verir."

***

Canlı bomba kalabalığın içine girmezden önce kılık kıyafeti ve çantasıyla nedense polisin dikkatini çekmemişti.

Bomba patladıktan sonra yaralıların yardımına koşanlara polisçe biber hazı sıkılmıştı.

Ambulansların geleceği yolda çelik kuvvete ait polisler yürüyüş yaparak trafiği engellemişlerdi.

Ertesi gün bombanın patlatıldığı yerde ölülerini anmak için karanfil bırakmak isteyenlere polis yeniden biber gazı sıkmıştı.

Bunlar herkesin gözü önünde yaşanmıştı...

Henüz ölülerini bile gömmemiş, olayın derin travması içinde çırpınan insanlara yapılan bu hareketler ne kadar ürkütücü bir nefret dalgası karşısında olduğumuzu göster miyor mu?

Oysa hükümet yanlısı çevreler tarafından da desteklenen bir algı yaratma çabası mütemadiyen bu gerçeğin örtbas edilmesini sağlayacak şekilde hemen devreye sokuldu:

Devlet, görmeye alıştığımız yeni bir terör saldırısıyla karşı karşıyaydı. Bu saldırı ülkenin bütünlüğüne yönelmiş bir tehditti. Dış ve iç mihraklar hain emellerine asla erişemiyeceklerdi.

Böylece olayın arka planındaki ihmaller zinciriyle başlayıp katliam sonrasında oradakilere yapılanlarla devam eden saldırılar ve onun meşru temsilcilerine gösterilen tepkiler bize asıl suçluyu işaret ediyordu...

Şimdi soruyorum: Bu hukuk ve insanlık dışı davranışlara muhatap olan insanlara ölülerin acısı bu kadar taze iken yapılan bu vahşet suç değil midir?

Şimdi soruyorum: Bu suçları işleyen devlet memuru ise devlet resmen suç işlemiş olmadı mı?

Şimdi soruyorum: Devlet suç örgütü gibi davranıyorsa, halkına işkence edercesine acımasızca saldırıyorsa böyle bir devlete ne ad verilir?

Şimdi soruyorum: Hükümet, görevini yapmayan, yetkilerini kötüye kullanan bürokrasi ve güvenlik kuvvetleri hakkında hukuk dışına çıktıkları, vatandaşa eziyet ettikleri, saldırganları görmemezlikten geldikleri, yeterli önlemleri almadıkları için hiç bir soruşturma açılmıyorsa, ilgili bakanlar istifa etmiyor veya azledilmiyorlarsa bu suç değil midir?

Şimdi soruyorum: Böylesine ağır ihmalleri olan şaibeli, suça bulaşmış bir iktidar meşru sayılır mı?

Bunları konuşmaya başladığınızda haklılığınızı teslim etmekten kaçanların tipik tepkisi şu oluyor:

Devletin birliği ve bütünlüğüne saldıran terör eylemlerine asla izin verilmeyecek...

Hangi devlete sahip çıkmaktan bahsediyorsunuz?

Hukuku yerin dibine batırılmış, işlemez hale gelen bir devletten mi?

Basın ve haberleşme özgürlüğünü yok ettiğiniz bir devletten mi?

Vatandaşları arasında ayrımcılık yapan bir devletten mi?

Laik eğitimi ortadan kaldırmış bir devletten mi?

Halkın seçimlerdeki iradesini tanımayan bir devletten mi?

Parlamentosuna kilit vuran bir devletten mi?

Her gün ölen onca askerine, polisine rağmen "durmak yok, mücadeleye devam" diyen bir devletten mi?

Anayasa, manayasa dinlemem diyen bir devletten mi?

"İnadına barış" diyerek alanlara dolduranlara layık gördüğünüz ihmallere sebebiyet veren bir devletten mi?

Eğer öyleyse bırakın da böyle bir devlete karşı çıkılsın.

"Yapılanlardan devlet sorumludur" diyenlere kulak verilsin...

***

Türkiye ehliyeti olmayan, milleti temsil etmeyen, tek bir partiye ve tek bir adama bağlı olduğu tartışma götürmeyen bir hükümetle seçimlere gidiyor.

Başından beri çatışmaya ve teröre davetiye çıkarılması anlamına gelecek her türlü hazırlıklar bunun için yapıldı.

Seçim sonuçlarına itibar ederek kalıcı bir koalisyon hükümetinin kurulması engellendi.

Ülke aylarca vekaleten görev yapan bir hükümet tarafından sözde idare edildi.

Savaş şartları böyle bir hükümetin elinden çıkma kararlarla şekillendi.

Gelinen noktanın baş sorumlusu elbette hükümet oluyor o zaman. Devleti yönetenler oluyor.

Bir gün yargılanacaklar ve hesap verecekler.

Ortada güvenilecek devlet diye birşey bırakmayanlara söylüyorum bunu...

Ülke kan gölüne dönmüş iken sandık ve seçim güvenliği tehlike sınırına gelmiş.

Başta, bir muktedirin gölgesinde kalmış seçmen iradesini temsil etmeyen bir hükümet var.

İşin daha kötüsü bu noktaya seçim sonuçlarına tahammül edemeyenlerin yarattığı bir kaos sonucunda gelinmiş...

"İlle iktidarda kalacağım" diyen bir muktedirin inatlaşmasıyla millet iradesi hiçe sayılmış...

Çözüm süreci askıya alınmış, seçimlerden zaferle çıkan bir partinin meşruluğunu gölgelemek için parlamentoya giren milletvekilleri görmemezlikten gelinmiş...

 Bu partinin lideri terör saldırılarının sorumlusu gibi gösterilerek hakaret ve suçlamalara uğramış, gözden düşürülmeye çalışılmış...

Silahların konuştuğu bir ortamın doğmasına yol açacak şekilde ateşin üstüne benzinle gidilmiş, barışa götürecek yollar kapatılmış...

Karşılıklı can kayıplarının tekrarını önleyecek kalıcı bir ateş kes karanın gecikmesi için ısrarla diyalog kanalları kapalı tutulmuş...

İnsanların demokratik tepkilerini göstermelerini engelleyecek hukuk dışı uygulamalar devreye sokulmuş...

Özgür basın tehdit ve yıldırmalarla susturulmaya çalışılmış...

100'e yakın masum insanın parçlanarak ölmesiyle sonuçlanan bir terör işte böylesine karanlık bir tablonun tamamlayıcısı ve devamıdır aslında...

Ve sorumlu olanlar mutlaka seçimlerde yanıtını alacaklar...

Hem de çok fena.