Kanlı başladı ve kanlı bitti ara. Ben senin mağaranım, sen de benim kuyumsun. İçime girdikçe korunursun, içine düştükçe kaybolurum. Solarım açtığında, ışırım söndüğünde. Ne tezat bu, ne mezatlık. Niye bozulsun ki bu huzursuz denge. İnceydi ve yaraşırdı. Öyleyse, çık zamanın kadrajından, gir çıkınımdaki cennetine. Her dokunuşun şiir, saçların mısra, gülsen kıtalarım olurken, serseri devrik cümlelerinle yağmalayıp durma beni!

Gölgelerim seslenirken çok uzaklardan ve sen sözlerim altında serinlerken, nasıl da çarçabuk sıkılırsın bundan. Canımın canına değişi, incitir taşları, susturur ağlayışları ve coşturur çağlayanları. Şahane bir haber vermek sana, neden zor olsun bu kadar. Suda bir ceset duruyor, yüksekten düşen bir beden ve ortalıkta dikilip duran bir köpek. Her adımın yakın, her bakışın dokunaklı. Sahte bir sevinç sunmuyorum, bulutsu olmadı hiç tutkularım, geçici olmadı hüzünlerim, hiç...

Karlar ülkesinden geldim, yağmurlar yağarken ve soluğun kesilirken, ben giderim. Hiçbir veda erken değildir. Yıldırım gibi inerim bir gün, bir daha dokunmaya korkarsın. Tazelenmez yara izleri ve akıttığın kanda yüzersin. Ama ben uçmaktan korkarım, en az senin kadar. Velhasıl, en çok da kök salarım hür göklerime. Bu piyes benim, bunun için alttan almam hiçbir hatamı. Kuliste saydamsın. Biliyorum, cezamsın...