İçimde, küçücükken. Eskiden beri asılı duran, bir çocukluk anısı, çiçeklenmişken neşelendiren, yavaş yavaş büyüyen ve zamanla batmaya başlayan, bir kaktüs...

Kavuşmakla kurtulmak arasında, kaderin sınırında ve ötesinde, batıp duran ve rahatsız eden bir şeyler var... Hızla haz peşinde koşmakla atlatılamayacak bir şeyler, önünde akıp duran nehrin kenarında bağlı kayığa her an atlayıp gidecek gibiyim. Hep yalnızım, hep seninleyim. Belli belirsiz avucumda kazılı adın, aklıma çizilen tavrın, dengen ve dengesizliklerinle, izin biteviye derinlere işler, sen gelip gittikçe.

Dertsizlerle evsizlerin barınağı mıydı bu dünya? Hangi beklentinin acelesi var, eğer her sevda umursamazsa. Boyunduruğu vurduğu anda, eline kelepçeler, ayağına pırangalar geçirir. Sürükler seni kendi içine gömülü ıssızlıklara.

Dikenlerine dayanırım. Yitip gitmesin diye, okunup bitmesin, sararıp solmasın, kısaca, yeter ki yok olmasın. Kanatlarımda taşırım tüm beyazlığımı, çırpmam...

İçimde büyüyen bir kaktüs var, azar azar suladığım, kesip budamaya bir türlü kıyamadığım... Ama gittikçe daha yavaş iyileşiyor yaralar... Yıpranıyor ve yaşlanıyoruz, doğana dek...

Kaktüs büyüyor, içim acıyor. Ama olsun, büyüsün kaktüs...