BANU GÜVEN / banuguven.com

Siirt Ağır Ceza Mahkemesi’nde ağır mı ağır bir dava görülüyor. Konu yine çocukların tecavüze uğraması. Nisan 2010’da ortaya çıkan toplu istismar olayını hatırlarsınız. Başta bir ilköğretim okulunun müdür yardımcısı Fahrettin Kuzu olmak üzere, aralarında küçüklerin de bulunduğu 20 kadar kişinin, 4 kız çocuğunu düzenli olarak ‘istismar’ ettiği ortaya çıkmıştı. Bunun hemen ardından müdür yardımcısı emekliliğini isteyerek kayıplara karıştı. 12 Ekim 2011 Çarşamba günü davanın 17. duruşması yapıldı. Sanık müdür yardımcısı Kuzu, hala kayıplarda. Emekliliğini alıp almadığı, varsa maaşını düzenli çekip çekmediği, avukatının iddia ettiği gibi ‘ağır hastaysa’, nerede tedavi olduğunun araştırılması ve tespiti isteniyor. Bu adam, nüfuzu altındaki küçüklere birkaç yıl boyunca sistematik olarak cinsel istismarda bulunduğu için davanın bir numaralı sanığı. Kendisi de bunu biliyor zaten, o yüzden de kaçıyor.

Davada 10‘u tutuklu 19 sanık var. Daha önce konuyla ilgili haberlerde emniyet görevlisi olarak geçen sanık, ‘teknisyen’ kadrosundan. Duruşmalarda avukatlara tehdit savurduğu için hakkında ayrıca bir suç duyurusu daha var. Dava sık aralıklarla görülüyor. Ancak Adli Tıp Kurumu’nun ağırlığı ve tabiri yerindeyse çocukların mağduriyetine karşı ‘körlüğü’ adaletin yerini bulma ihtimalini zorlaştırıyor ve öteliyor.

Çocuklardan kardeş olan ve kelimenin tam anlamıyla feci bir istismara kurban olan ikisi hakkındaki rapor hala mahkemeye sunulmuş değil. Bu iki kız koruma altında, Siirt’ten uzaklarda.

Ruh sağlıkları bozulmamış!

Suç tarihinde 9 ve 11 yaşlarında olan diğer iki kız çocuğu hakkındaki Adli Tıp raporu ise, bu küçüklerin “2009-2010 tarihlerinde mağduru bulundukları olay nedeniyle ruh sağlıklarının bozulmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur” diyor. Çocukların ilk psikiyatrik muayenelerinin yapıldığı Siirt Devlet Hastanesi’nde ‘stres bozukluğu, ağır depresyon’ teşhisinin koyulduğunu belirtelim. Burada görüşmeyi yapan hekimin duyduklarının ardından günlerce kendine gelemediğini öğrendim. Yine de İstanbul Adli Tıp Kurumu, 6. Tıp İhtisas Dairesi’nin görüşü ile tanık, sanık ve mağdur ifadelerini dikkate alarak, bu çocukların ruh sağlığının bozulmadığına hükmediyor. Müdahil avukatlar rapora bilimsellikten uzak olduğu gerekçesiyle karşı çıktılar, yeni bir rapor istiyorlar. ‘Hayatın normal akışına göre bir çocuğun bu muameleye maruz kaldıktan sonra ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir’ diyen müdahil avukatlar, çocukların aslında unutmaya çalıştıkları ‘şeyleri’ hatırlamak zorunda kaldıklarında, kendilerinde travma yaratan durumla ilgili zaman ve mekan kurgusunda tökezleyebileceklerine dikkat çekiyorlar.

Rapor mahkemeye 8 ayda gitti

Adli Tıp Kurumu’nun görme problemine ek olarak bir de ‘atalet problemi’ var. Öğrendiğime göre Nisan 2010’da ortaya çıkan olayla ilgili dava Haziran ayında açıldı. İki küçükle ilgili raporun çıkabildiği tarih ise 12 Ocak 2011. Onaylandığı tarih 14 Şubat 2011. Pekiyi ya dosyaya girdiği tarih? 19 Eylül 2011! Nasıl oluyor da bir rapor hazırlandıktan ancak aylar sonra mahkemeye ulaşabiliyor?

Bu tür davaların sanıklarının, Adli Tıp Kurumu’nun ‘problem yok’ yaklaşımını ve yavaşlığını lehlerine çevirmeye çalıştıkları konusunda da bir uyarıda bulunalım. Sanık avukatlarının hakime arzettikleri argüman şöyle oluyor: ‘Adli Tıp Kurumu’nun görüşü ‘ruh sağlığının bozulmadığı yönündedir. Diğer raporda da gecikme yaşanacaktır. Müvekkilimin tutuksuz yargılanması…’
Ancak Siirt’te bu argümanlar belli ki tutmuyor. Mahkeme heyeti 10 sanığın tutukluluğunun devamına ve Fahrettin Kuzu’nun tutuklanmasına bir kez daha karar verdi. Bir sonraki duruşma 2 Kasım’da.

Tehlikeler

Yine de davada benim görebildiğim birkaç tehlike var. Birincisi, sürecin uzaması halinde ağır zan altındaki sanıkların tahliye olması ve ellerini kollarını sallayarak insan içine karışmaları. İkincisi, bazı sanıkların ‘çocuklar rıza gösterdi’ iddiasıyla Adli Tıp Kurumu’nun ‘ruh sağlıkları bozulmamıştır’ görüşünün alt sınırdan cezalar verilmesine yol açması. Tüm tecavüz sanıklarının hüküm giyseler bile, Mardin örneğinde olduğu gibi cezaları çekmekten kurtulmaları. Vicdanların bir kez daha yara alması.

Bir soru

Mardin’de alınan ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da benimsenen o kararla ilgili bir sorum daha var. Medeni Kanun’da fiil ehliyeti için ayırt etme gücünü, kısıtlı olmamayı ve de ‘ergin’ olmayı, yani ‘küçük olmamayı’, yani ’18 yaşını doldurmuş olmayı’ öngören kanunlarımızın, küçüklerin her türlü cinsel istismarı söz konusu olduğunda rıza araması nasıl bir zihniyettir?

Edindiğim bilgiler, Siirt’te de sanıkların burada anlatmayacağım yöntemlerle çocukları kandırıp şantaj yaparak onları istismar ettiklerini gösteriyor. Davayla ilgilenen müdahil avukatlar dosyayı ne zaman ellerine alsalar sarsılıyor, zaman zaman ağlıyorlar. Bugün konuştuğum bir avukat benden kibarca izin istedi. ‘Yarın sabah Diyarbakır’da yine bir küçüğe taciz duruşmam var. Ona hazırlanmalıyım’ dedi. Memlekette bir karabasan yaşanıyor. Bir türlü uyanıp nefes alamıyoruz. Mardin örneğinde olduğu gibi hafifletilmiş cezalar, Siirt örneğinde olduğu gibi bir türlü yakalanamayan sanıklar, her davada önümüze çıkan ‘rıza var mıydı, yok muydu’ tartışmaları ve bu Adli Tıp pratiğiyle daha uzun süre de uyanamayız. Uykumuzda çürür, gideriz.