Edebiyata ve gündeme dair değerlendirmelerde bulunan yazar Ayşe Kulin, kadınların sürekli mücadele etmek zorunda kaldığını belirtti. 

“Ben, erkek egemen ve kapitalist toplumların doğayı ve kadını fütursuzca sömürdüğünü düşünenlerdenim” diyen Kulin, “Türkiye gibi kadının açık ara ezildiği bir ülkede yaşarken feminist olmamak mümkün mü?” dedi.

Türkiye'deki eğitim sistemini de eleştiren Kulin, "Bugün gelişmiş ülkeler başka gezegenlere gitme imkânları araştırırken, biz bina inşaatı seviyesinde kalmış, tüccar bir toplumuz" ifadenini kullandı. 

 Ayşe Kulin'in Cumhuriyet'ten Ezgi Atabilen'e verdiği söyleşinin bir bölümü şöyle: 

"DOĞANIN İNTİKAMI YAMAN OLACAK" 

-Kendinizi eko-feminist olarak tanımlıyorsunuz. Nedir bu eko-feminizm?

En basit anlamıyla, doğanın tahribatına ve erkeğin kadına karşı üstünlüğüne itirazı olanların tarifi diye düşünün, ekofeminizmi. Ben, erkek egemen ve kapitalist toplumların doğayı ve kadını fütursuzca sömürdüğünü düşünenlerdenim. Sadece para ve güç kazanmaya odaklı zihniyet, denizleri, akarsuları kirletmekten, ormanları, bitki örtülerini yok etmekten hiç gocunmadan, doğayı tahrip etmekte. Öte yanda, kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip olabilmek için sürekli bir mücadele içinde oldular. Hukuksal eşitliklerini, eğitim ve siyasi haklarını mücadele ederek kazandılar. Ama bugün dahi çoğu yerde erkeklerle aynı işi yaparken, erkeklerden daha düşük ücret almaktalar, siyasette sınırlanmaktalar, bazı coğrafyalarda tamamen sömürülmekteler. Ama şu iyi biline; kadınların değilse de doğanın intikamı yaman olacak! Bu dünyada sadece 200 yılımızın kaldığını söyleyen bilim adamlarının sayısı giderek artıyor.

-Kitaplarınızın ana karakterleri genelde kadınlar. Kadınların arasında büyüdüğünüz için mi böyle, yoksa feminist tavrın getirdiği bir seçim mi bu?

Erkek odaklı romanlarım da yok değil, “Köprü” ile “Gizli Anların Yolcusu”yla başlayan gay serisinin ilk iki kitabında baş kahramanlar erkek. “Sevdalinka”nın, hatta “Veda”nın da erkek kahramanları, kadınlar kadar ön planda. Ama itiraf edeyim, öykülerimdeki kadınlar, özellikle uğradıkları haksızlıklarla öne çıkar. Okurumun gözüne bu ülkede kadın olma hallerini sokmak isterim ki farkındalık yaratabileyim. Türkiye gibi kadının açık ara ezildiği bir ülkede yaşarken feminist olmamak mümkün mü?!

Buna karşın, 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayıp Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında doruğa ulaşan “kadınların eğitilmesi ve topluma katılması” hareketinin ürünü olan Aylin, Füreya ve Türkan Saylan’ı edebiyata taşıyarak, eğitimli bir kadının nelere muktedir olabileceğini de göstermek istedim. Aylin ve Füreya hiçbir zaman geç kalınmadığının birer örneği. Türkan Saylan ise, çok genç yaşından itibaren, bu milletin her anlamda bir ‘azize’sidir, Tanrı’nın bizlere lütfudur!

"EĞİTİM ÇIKMAZ SOKAKTA" 

-Okullar imam hatipleştiriliyor, müfredattan Atatürk ve evrim konuları çıkartılıyor. Sizce Türkiye’de “kindar ve dindar nesiller yetiştirme” politikası sonuç verebilir mi?

Eğitim bugün çıkmaz sokaktadır. Elbette bir gün yanlıştan dönülecektir ama Türkiye’ye çok zaman kaybettirmiş olarak. Osmanlı’nın bürokratının dışında halkını hiç eğitmemiş olmasının bedeli, imparatorluk topraklarının beşte dördü kaybedilerek ödendi. Cumhuriyetin eğitim devrimi bir fırsat olabilirdi ama sekteye uğradı, yarım kaldı. Bugün gelişmiş ülkeler başka gezegenlere gitme imkânları araştırırken, biz bina inşaatı seviyesinde kalmış, tüccar bir toplumuz. Köprü yapımını bile dış ülkelere ihale ediyoruz çünkü devasa köprülerin teknolojisi bizde yok. Evrim teorisi ABD’de 1912’de bir lisede, kilise ve eğitimciler arasında dava konusu yapılmış. Ben bu olayın hikâyesini sanırım 70’li yıllarda sinemada izlemiştim, Spencer Tracy ile Frederich Marsh oynamışlardı. Din ve bilim çatışması, insanlığın her ikisine de ihtiyacı olduğu anlayışı ile 100 yıl önce sonuçlandı. Bizim ülke dinbazları dünyadan habersiz oldukları için tartışmaya yeni başladılar. Kindar ve dindar yetişmiş kuşakla, ilerde kaçınılmaz olarak bir hezimet daha yaşadığımızda, umarım yeniden aklımızı başımıza toplarız.

EN UYUMLU SOLCU...

-Bir söyleşinizde “Şimdi sağcılar kendileri çektiler sanıyor ama en büyük acıları solcular çekti bu ülkede” demişsiniz. Sizce solcuların da hataları olmadı mı?

Evet, bu ülkede solcular ve komünistler özellikle askeri rejimler sırasında fiziksel işkence ve çok cefa çekti. Solcuların en büyük zaafı bitmeyen polemikleri ve geçimsizlikleridir, bence. 1956 yılında İngiltere’ye yaptıkları ziyarette bile Rus liderler Bulganin ve Kruşçev, muhafazakârlarla iyi geçinirken, sıkı solcu George Brown ile kavga etmişlerdi. Benim gördüğüm en uyumlu ve mantıklı solcu Erdal İnönü’ydü. Kılıçdaroğlu da sükûnetini kaybetmediği süreçlerde çok daha başarılı oluyor... Elbette “kodu mu oturtanlardan” hiç hoşlanmayan bana göre!

-Referandumdan sonra ülkenin geleceğine yönelik düşünceleriniz ve duygu dünyanızda bir şey değişti mi?

Duygu ve düşüncelerim referandum öncesindeki günlerde zaten değişmişti. Demokratik bir ülkede bir referanduma eşit şartlarda gidilir. Oysa biz tek yanlı bir propaganda süreci yaşadık ve referanduma can çekişen bir demokrasi ortamında gittik.