Kadınların en çok şiddete ve hak ihlallerine uğradığı toplumlar arasında herhalde İslami toplumlar ilk sıralarda geliyor. Yani İslami toplumlarda hem sömürücü sosyo-ekonomik sistemden hem de bunun yanı sıra mevcut dinler içinde kadın haklarına en az değer veren İslami inanç kurallarından kaynaklanan zincirler kadını sarmalıyor. Kadın evde erkeğe biat eden ram ve cinsel obje, kamusal alanda ise hakları olmayan bir nesne. Öyle ki bir hukuk mezunu, meclis başkanlığı da yapmış bir başbakan yardımcısı, kadının topluluk içinde kahkaha atma hakkının bile olmadığını açıklıkla dillendirebiliyor. AKP iktidarına kadar kadına yönelik şiddette töre cinayetleri ve feodal patriarkal, pre-kapitalist baskılardan dolayı kadın intiharları önemli yer tutuyordu. AKP iktidarında bunlara eşinden ayrılmak isteyen veya ayrılmış bulunan kadın cinayetleri de yoğunlukla eklendi. Bunda mevcut iktidarın ideolojik aygıtlarının; toplumsal ruhi şekillenmeye şırınga ettikleri halifelik ve ortaçağ döneminin erkek-kadın anlayışının payı büyük. Bunlara göre, kadın topluluk içinde kahkaha atmayacak, flört etmeyecek, tahrik edici kıyafetler giymeyecek, toplumsal organizasyonlarda erke ortak olmayacak, politikayla uğraşsa bile erkek politikacıların komutasında olacak. Bu anlayışa göre aslında başbakanın talimatladığı evdeki üç çocukla uğraş tek meşguliyetleri olursa evla olacak.

Kadın kahkahasından rahatsız olan başbakan yardımcısı üç dönemi tamamlıyor. Bu zihniyetle bir meşguliyet arayacaksa eğer İstanbul’da IŞİD’in ele geçirdiği ileri sürülen camilerde baş imamlık yapsa yakışır olacak.

Bu anlayışın günümüzdeki en vandalist hali; şu anda girdiği yeri kasıp kavuran, tarihi ve kültürel estetik toplumsal mal varlıklarını yakıp yıkan IŞİD’de kendini gösteriyor. IŞİD kadınların evden çıkmalarını yasakladığı gibi en son kırk dokuz yaş altı kadınlar için sünneti gündeme getiriyor. Sonra yalanlasalar da, sanki yalanlamaları yalan gibi. Bilindiği gibi kadın sünneti Afrika’nın pek çok ülkesinde yaygın. Ayrıca Ortadoğu ve Asya ülkelerinde de tarihte Afrika’dan göç ettiği ileri sürülen topluluklarda görülüyor. Irak’ta da yaygın. Burada sünnetle kastedilen kadının zevk aldığı cinsel organın yani klitorisin kesilmesi. Böylelikle kadının cinselliği kontrol altına alınıyor. Kadın cinsel ilişkiden zevk alamaz hale geliyor. Böylece iffeti korunmuş oluyor. Bu anlayışa göre sünnetsiz kadın iffetsiz ve azgın kadın. Kadının doğurduğu çocuk da toplum tarafından dışlanıyor. Kadın sünneti araştırmalara göre günümüzde tamamen İslam ülkelerinde gözleniyor. Yine araştırmalara göre kadın sünneti İslam öncesi döneme has bir gelenek olmasına rağmen günümüzde İslami toplumlarda kabul ediliyor. Başta belirttiğimiz gibi kadın haklarının en zayıf olduğu inanç İslami inanç. Ataerkil bir din ve ataerkil gelenek olarak kadın sünnetini hoş görüyor. Mevcut dinler içerisinde reformdan nasibini almamış tek din. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre dünyada yüz yirmi beş milyondan fazla sünnetli kadın var. Afrika’da anne ölümlerine neden olan kanamaların sünnetten kaynaklandığını tıp uzmanları belirtiyor. Kadın sünneti hem kadının hem de çocukların ve kadının kadınlığını yaşama hakkını tehdit eden bir canavarlık.

Ne acı ki, sömürücü erkek egemen sistemin kurbanı fuhuş sektörü mağduru kadınlara da zaman zaman şiddet; sol adına -tüm solu bağlamasa da- yapılabiliyor. En son Sarıgazi’de kadın pazarlıyor diye bir kadına önce zor kullanılıyor. Sonra sosyal medyada teşhir ediliyor. Cezalandırdık deniliyor. Mahalleyi fuhuştan ve ahlaksızlıklardan kurtarıyoruz deniliyor. Oysa kim bilir o mahallede evlerin içinde kadınlar üzerinde ne tür ihlaller, ne tür haksızlıklar uygulanıyor?

Bu tür yöntemlerle fuhuş veya başka bir deyişle mağdurların kendilerini adlandırdıkları tabirle seks ameleciliği önlenemez. Yıllarca önce Beyoğlu emniyetinde polis şefi hortum Süleyman isimli komiser aynı yöntemi uygulardı. Bu tür pratiklerin sosyalist ideoloji ile asla uyuşmadığını vurgulamak gerekir. Erkek egemen sistemin yöntemleriyle sosyalist ahlak hele hele daha da üst bir değer olan sosyalist etik geliştirilemez. Bilinmelidir ki hiçbir kadın bedenini parayla kendi özgür iradesiyle satmaz veya buna aracılık etmez. Seks ameleliği ve bunu organizeyi meslek haline getirme mevcut çarpık kapitalizmin ve vahşi kapitalizmin ürünüdür. Kuşkusuz daha önceki sömürücü sistemlerde de vardı. Esas olarak kadını cinsel obje gören erkek sistemlerin ve adaletsiz, eşitsiz paylaşım üzerine kurulan sosyo-ekonomik sistemlerin ürünüdür fuhuş. Bu mağdurları hedef almak ağacı orman içinde görmemektir. Hele hele bunu sol adına yapmak sola büyük zarardır.

Bu açıdan olsun, hele hele genel ve özel olarak kadın hakları açısından olsun Stalinist gelenekte kadına ve haklarına yaklaşım farklı cinsel tercihi olanlara yaklaşım oldukça problemlidir. Coğrafyamızdaki geleneksel sol kültürde, diğer insan hakları konularında olduğu gibi kadın hakları açısından hayli eksikliklerle, problemlerle doludur. Geçmişteki reel sosyalist uygulamalarda da kadın hakları açısından çok da parlak bir pratik yaşanmamıştır. Hatta boşanmanın dahi daha da zorlaştırıldığı savunulan öğretiye tamamen aykırı uygulamalar da ortaya çıkmıştır.

Stalin ve benzerleri döneminde otoriter, tutucu yapılanma, pratik uygulamalarda ve mevzuatta kadın haklarını alabildiğince budamıştır. Oysa Bolşevikler başlangıçta ‘cinsel politika’ alanında cesur ve deneysel politikalar izlemelerine rağmen (eşit işe eşit ücret, politik eşitlik, boşanma ve kürtaj hakkı) bürokrasi kurumlaştıkça bu alanda özgürlükçülüğe ters pratikler egemen hale gelmiştir. Örneğin 1930larda ‘cinsel politika Derneği’ni kuran, psikoanalizle Marksizmin sentezi peşinde koşan Wilhelm Reich’ın kitapları dahi Stalin politikaları ve uygulamalarını eleştirdiği için Sovyetler Birliği’nde yasaklanmıştır. Görüşleri yüzünden Alman Komünist Parti’den atılmıştır. O’na göre, ekonomik alanda yapılan devrim yetersizdir. Ancak bir ilk adımdır. Özgürlükçü kültürü kurumlaştıracak bir cinsel devrimle desteklenmezse bürokratikleşme kaçınılmazdır. Reich’ın bu görüşleri Marksist platformda Rosa Luxemburg, Clara Zetkin ve özellikle de Alexander Kollantaj ile uyum içindedir. Ancak tüm bu kadınlar yalnız kalmışlardır. Kautsky’nin Weimar Cumhuriyeti’ni kuran sosyal demokrat partisi özgürlükçü düşüncelere karşı çıkmıştır. Diğer yandan Kollantaj’ı , ‘bahriyelisiyle yetinsin’ diye aşağılayan Lenin, Zetkin’in sosyal demokrat parti içinde kadın sorununu tartışmaya açmasına kızmıştır. Zetkin’i devrimci görevleri unutmakla suçlamıştır. Lenin’e göre bazı sorunlar devrim sonrasına ertelenmelidir. Zetkin neticede Marksizmin erkek söylemine sıkışarak savunmaya çekilmiştir. Cinsel politik alanında Bolşevik iktidarında olumlu adımlar Alexander Kollantaj’ın kadın bakanı olduğu döneme rastlamıştır. ‘İşçi Muhalefeti’nin tasfiyesi sürecinde Kollantaj bakanlıktan alınınca burjuva ailenin tasfiyesi yönünde atılan adımlar durdurularak yeniden burjuva anlamda restore edilmesi süreci başlamıştır. Stalin döneminde on çocuk doğuran annelere kahramanlık madalyası verilmiştir. Tayyip de üç çocuk doğuranları teşvik ve taltif etmektedir. Yani Stalinci anlayışa göre aile ve cinsiyetçiliğin ‘sosyalist anavatanın savunulması ‘ için diğer kurumlar gibi (ordu, polis, gizli polis, cezaevleri) güçlendirilmesi gerekiyordu.

Bu erkek egemen anlayış bizdeki solun önemli bir kesiminde uzun süre egemen olmuştur. Halen de bir kısmında egemendir. Bu açıdan İHD’de de özellikle 90’lı yıllarda önemli çalkantılı tartışmalar yaşanmıştır. Her 8 Mart ve 1 Mayıslarda İHD adına yapılacak açıklamalarda diğer imza almayan ulusalüstü anlaşmaların yanı sıra, ‘kadın cinselliğinin sömürülmesinin önlenmesi BM Sözleşmesi’ni de eklerken yukarıdaki anlayışın takipçileriyle çok sıkı tartışmalar yapmak zorunda kalırdık. Bu anlaşma genelev kadınlarına vs seks amelesi kadınlara toplu sözleşmeli grevli sendikalaşma vs hakları tanıyan bir sözleşmedir. Türkiye hala onamamıştır. Solun bir kesimi bu sözleşmeyi savunduğumuz için ‘fuhuşu mu savunuyorsunuz’ diye bizi eleştirmişlerdi. Bu tür anlayışların yanlışlığını kırmak için o dönem yönetimdeki arkadaşlarımla Karaköy genelevini ziyaret ederek sorunlarını dinledik ve haklarını söyledik. Onlara bu anlaşmayı anlattık. Toplu sözleşmeli grevli sendikalaşma haklarının yanında olduğumuzu belirttik. Dernekte kıyamet koptu ama tüm kamuoyunun büyük çoğunluğu bu etkinliğimizi insan hakları açısından anlamlı buldu. Basının büyük çoğunluğu yer verdi. Kuşkusuz hamallık gibi seks ameleliğini de olması gereken bir iş kolu olarak savunmayız. Ama bu tür ameleliği mevcut düzen dayatıyorsa bu tür amelelerin de her türlü haklarını sonuna kadar savunmak durumundayız.

Bir başka örnek vermek istiyorum. Dogmatik anlayış farklı cinsel tercihlere de hep egemenler gibi baktı. Farklı cinsel tercihi olanlara o dönem Ankara İHD şubesi komisyon kurma izni vermedi. Biz İstanbul şube olarak izin verdik hatta içlerinden birini genel kurul delegesi de yaptık. Solun bir kesimi yine kıyamet koparttı. Çünkü bu arkadaşlar farklı cinsel tercihi hastalık olarak değerlendirme hatasından kurtulamıyorlar. Halen de öyleler. Lenin zamanında farklı cinsel tercihi olanlar parti üyesi olabiliyorken Stalin zamanında partiden atıldılar.

Tüm dünyada kadın tarihi emekçilerin tarihi gibi hatta ondan da beter çileli bir tarihtir. Hele hele Afrika, Ortadoğu ve İslam alemi kadınlar açısından bir nevi azaphane tarihidir. Gerçek sol, özgürlükçü sol, bu kara tarih ve erkek egemen yöntemlerinden arınmalıdır.

Emma Goldman ‘Dans edemeyeceğim komünizme de karşıyım’ demişti. Engels, Marx, August Weber, Jean Baby kadınların kurtuluşu olmadan emekçiler ve insanlık kurtulamaz demişlerdi. Onların insanı temel alan sosyalizm anlayışı her türlü kurtuluş uğraşını devrim sonrasına değil yaşamın içinde bulunduğu andan alan bir anlayıştı.