Size de hiç olur mu? Bana bu aralar çok sık oluyor. Bazen hızla oturduğunuz yerden kalkar ne istediğinizden emin bir yere doğru yürümeye başlarsınız, o sırada bir olay olsa tanıdığa rastlasanız göremeyecek kadar kafanız meşgul, gözleriniz bir fikre sabitlenmiştir. Ne gördüğünüzü bilmeden yürür sonra fişiniz çekilmiş gibi yolun ortasında kala kalırsınız. Sizi oraya getirip bıraktı, neden orada olduğunuzu bilemeden yeryüzüne yeni inmiş gibi şaşkın şaşkın etrafınıza bakarsınız.

Kendimi bazen buzdolabının önünde yakalıyorum, bazen de mutfak tezgahının başında ayakkabılarını giymiş kapının önünde duruyorum. Kapıda beni dışarı gitmeye iten coşkudan eser kalmadığı için ayakkabılarını çıkarmaya üşenip eski yaptığım işe döner buluyorum.

Ursula Le Guin 1973-1975 yılları arasında yazdığı makalelerini topladığı Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabında herkesin kendini anlatma yolunun farklı olduğunu söylüyor ilk makalesinin girizgahında. Rüyalar Kendilerini Açıklamalı adını verdiği makalesinde roman kahramanlarını nasıl oluşturduğunu anlatırken onların kendisine geldiğini, onları bulduğunu söylüyor. Yazarken plan yapmadığını kendisine gelenleri yazdığını anlatıyor. Yerdeniz üçlemesinin arka planını anlatmasını, nasıl planladığını, dilleri nasıl bulduğunu insanların ilgiyle okuyacağını bu konuda bir yazı istediklerini söylüyor. Kendisini anlatmasını istediklerini söylüyor. O da kısaca diyor ki e anlatıyorum ya hepsi kitabımın içinde, o karakterin çıktığı yer neresi sanıyorsunuz?

İstisna yazarların dışında çoğu yazarın kendisi gibi yazarak bir hikayenin içinde kendini anlattığından bahsediyor. Ben telefonla sadece dişçimden randevu almak için markete sipariş vermek için konuşurum diyor mesela.

Benim gibiler de yazma kabızlığı çekenler yetemediklerini düşünüp dış sesten kendilerini anlatmadan duramıyorlar belki de.

Kafamdaki kelimeler içine sığmadığından taşıp yolunu bulamadığından hikayesiz akıyor. Onlardan kurtulmak için aracız döküyorum hepsini ben de.

Duygularıma Le Guin’i rehber etmemin nedeni son zamanlarda içine düştüğüm düşünce girdabında onun Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabının bana rahat bir soluk aldırması.

Bu üç kelimeyi yan yana düşünmek bile beni iyi ediyor. İçine girip kelimelerine daldığımda kendi çıkmaz sokaklarımda şaşkın şaşkın dolanırken aradığım sorularımın cevaplarını, düşündükleri yüzünden yalnız olduğunu sandığım insanların ne kadar benzer ve çok olduğumuzu gördüm.

Bazen kitaplar da insanlar da bu yüzden sevilmez mi? Bir muska gibi taşıdığımız, aklımızı koruduğuna inandığımız başucu kitaplarımız, sevdiğimiz insanlar yok mudur? Kalbimizdeki sıcaklığı bu yüzden korumak istemez miyiz?

Amerikalılar Neden Ejderhalardan Korkar? başlığını taşıyor bir diğer makalesi. Çok çalışan, otuzun üstündeki erkekler hayal kurmayı kadına ve çocuklara bırakıyorlarmış. Alay eder gibi aslında makalesine, son zamanlarda hayal gücümü hiçte parlak bulmadığım için dostlarıma sordum fantezi hakkında ne düşüyorsunuz diye başlamış yazar. Bir arkadaşı al sana fantezi demiş, geçenlerde gittiğim kütüphanenin çocuk bölümünde Hobbit’i aradım, o büyüklerin bölümünde dedi görevli, çocukların gerçeklerden kaçışının iyi olmadığını düşünüyoruz. Arkadaşıyla birlikte gülmüşler bu olaya.

Her şeyden kar etme zihniyeti, çalışma ahlakı hatta cinsellik bile kurmacadan yani hayalden uzak düşünce şekli dünya insanın düşünce şekli aslında.

Yazar diyor ki Fantezi aslında kurmaca insanlar için aşağılık bir şey olarak görülüyor. O yüzden kadınların ve çocukların işi. Vakti olan kadınlar roman okuyor, salak dizileri seyrediyor. Yaramaz, çok soru soran, enerjisini tüketemediği için bir türlü uyumayan çocukların aklı bulandırılmak için içinde korkunç ejderhaların olduğu kocaman ağızlı mağaraların olduğu masallar anlatılıyor çocukların yatak uçlarının başında. Ki akılları sussun, uyusunlar. Elbette ki ejderhadan korkan büyükler anlatıyor masalları.

İki haftadır sabahları erkenden kalkıp bir mutfakta aşçı yamaklığı yaptım. Benim için çok zevkli çok hafifletici bir şeydi. Evinde canı istediğinde toz alan birinin dokuz saate yakın ayakta yılların yağlı kirini temizlemek düğünlerde cenazelerde gördüğüm tencerelerine yemek yapmak yorucu ama ilginç bir deneyimdi. Ben hayatımdan memnundum. Ayaklarımın ağrısından geceleri uyuyamıyordum ama kendime istediğimi yapabildiğimi kanıtladığım için gururluydum. Ama dünya benden ibaret değil. Ve zihnimde yaşamıyor insanlar.

Benimle birlikte çalışan ustaya yardım ederken ben bir meleğim dedim şaka yollu. Hım evet dedi kanatlarını yutmuşsun karnın acıktığında. Güldük hep birlikte. Esprisinin güzel olduğuna kanaat getiren ustam bulaşıkçı çocuğa seslendi, duydun mu acıkmış, kanatlarını yutmuş. Hep birlikte yeniden güldük.

Dün beni işten attılar 1o günlük deneme süremde başarısız olmuşum onların gözünde. Deneyimli bir usta almaya karar vermişler. Hayal kırıklığına uğradım. Gururum kırıldı. Kısacık bir an ki oradan çıktığım andı kişiliğime bir çizik attı.

Tiyatrocu arkadaşım belki yeni aldıkları usta şarkıcıdır dedi.

İşte bu yüzden seviyorum yazmayı. İnsanları dokunmadan gözlerine bakmadan bana değeni onların gözlerine değdirmeyi seviyorum.

Yazan korkak değil egosu yüksek olandır. Ruhunu soyar, okuyanın yüreğine saplar sözlerini. Onu kendine döndürür. Okuyan kendi yarasını kanatır.

Meğer masallar bizi yalın gerçeklerimizden korurmuş. İnsan aklının kaçtığı sınırsız alanlarmış masallar. Masalsız büyüyen çocukların renkleri eksik oluyormuş o yüzden şimdi biz büyükler kendi masallarımızı yazıyoruz toplaşıp birbirimize anlatıyoruz aklımızı korumak gerçeklerimize dayanmak için.

Sonlarının hiç farkında olmayanlar fantezi çocuklar ve kadınlar içindir diyor dokuz saati tüketmek için davar gibi güdülüp elinde sopası olanı güçlü sanarak onu ıskalandıkça sırıtıp nefes almaya devam ediyorlar. Bize de bakıp üzülmek kederlenmek kalıyor.

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabına dönecek olursak Le Guin devam eden makalelerinde yazım sürecini örneklerle anlatıyor. Andersen’den, Tolkein’in Yüzüklerin Efendisi kitabından örnekler veriyor.

Hikayenin oluşmasını anlatırken ilk çağlardan bahsediyor ve “kabın” bulunan ilk kültürel nesne olduğunu söylüyor.

Toplayıcı dönemde insanın mağaradan çıkıp ekini ekmesi onu toplaması mağaraya geri getirmesi için bir kaba ihtiyacı var. Kap kelimesi insanın kültürel değişiminde çeşitli anlamlar yükleniyor. Kabımız bedenimiz oluyor, kabımız evimiz oluyor.

Mağarasından çıkan adam ekin toplayıp yorulduğunda akan dereden suyunu içiyor sonra tekrar ekin toplamaya devam ediyor böyle sıradan rutin zaman bir canavarın avlanmasıyla değişiyor. Avcılardan birini dişlerinin arasına alıyor canavar onu koca ağzında sallıyor, her yer kıpkırmızı kan oluyor sonra cesur avcılardan biri o canavarı öldürüyor ve rutin zaman da bir hikaye oluşuyor.

İlerleyen makalelerde kadının yazma serüveninden bahsediyor Le Guin. Babam diyor benim yazar olacağımı öğrendiğinde yazan bir kadının ya işi olmalı ya da zengin bir kocası demişti diyor. Virginia Woolf’dan bahsediyor elbet onun karakterlerinden ve yazmaya hevesli kadınlar için yazdığı kitaptan. Tıpkı Virginia Woolf gibi hiç fark edilmeden bu dünyadan göçen kendine has prensipleri olan yazar kadın hayatlarından örnekler veriyor.

Erkek dünyasında çocuğu olan kadınların bir kitap yazmış kadar değerli olduğundan bahsediyor. Çocuklu kadınlar kitap yazmasına gerek görmeyen erkek dünyasında dört çocukla kocasını anlatıyor.

Bana en yakın gelen hikaye on iki yaşlarında küçük bir kızın yazı yazarken aynı giysiyi giyip masa başına oturduğu hikaye. Ailesi zamanla kızın yazı yazarken ritüel haline getirdiği bu yazma ayinini onaylayıp onu o zamanlarda rahat bırakması çok tanıdık bir duygu.

Yazmak konuşmak kadar doğal bir şey o yüzden herkesin yolu farklı olsa da içine dönüp bakan herkes içinden akanın yol bulmasına izin verirse zamanı herkeste farklı olsa da bir gün menziline ulaşıyor. Bu yolda giderken tıpkı yazarın babasının öğüdü gibi hayata uyum sağlamak için içinden akmak insanlara dokunmak için diğer insanlar gibi de çalışmak gerek.

Biz yazanlar hayallerimiz yüzünden beslenmek için okuduğumuz kitapların türlü kahramanlarını tanıdıkça insan karakterlerinin türlüsüne alışığız onlarda bize alışmak zorunda.

Seyrettiğim bir filmde kahraman, ona yardım eden meleğe, sen daha önce neden yoktun, neden bana görünmedin demişti. Aslında biz hep yeryüzündeyiz, sayılarla, renklerle insanlarla karşınıza çıkıyoruz ama siz fark etmeden yanımızdan geçiyorsunuz demişti melek.

Şimdi kopan çantamı boşalttığımda içinden çıkan vestiyer zımbırtısı var elimde, üstünde 11 sayısı, bir de kaybettiğimi sandığım hikayelerimin USB çıktısı, onlara bakıp, onlarla ne yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Melek kimdi, kimin görüntüsünde çıktı karşıma, onu da kestirmeye çalışıyorum.