Uzun süredir ırkçı Mahmut Esat Bozkurt’un izinden yürüyen İstanbul Baro yönetimi bu yöndeki adımlarına bir yenisini ekleyerek çözüme ilişkin çerçeve yasası hakkında; “…emperyalist planlar doğrultusunda, üniter-ulus devletin, 1923 Cumhuriyet’inin ortadan kaldırılarak devlet egemenliği altındaki toprakların bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır.90 yıl önce uygulanmış Milli Mücadele ile önlenmiş olan Sevr’in yeniden ve başka bir görünümle hayata geçirilmesi, terörün ve terör örgütünün yasallaştırılması, aklanması ve ödüllendirilmesi olduğu anlaşılmaktadır…” diye üç sayfalık bir açıklama yaparak (bakınız; İstanbul Baro sitesi) Kürt sorununda savaşa devam isteğini belirtti. Daha da ileri giderek adeta DGM savcılığına soyunarak söz konusu yasa ile TCK 302 ve 309. maddelerindeki suçun işlendiğini, Anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” ilk dört maddesiyle 6. ve birçok maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürdü.

Bugün İstanbul Baro yönetimi kendisine hala sol dese de tamamen MHP çizgisindedir.

Dünyanın her tarafında hukukçular özellikle halkın yargı faaliyetindeki dili olan, halkın hak arama özgürlüğünün savunucusu avukatlar örgütü dillerin ve halkların hak eşitliğini, hakça, adilane, demokratik ve barışçıl çözümleri, insan hakları hukukunun ve insancıl hukukun temel ilkelerini savunurken yani milliyetçiliğe ve şovenizme karşı tüm halkların, etnik kökeni ne olursa olsun tüm toplulukların hak eşitliğini savunurken İstanbul baro yönetimi ve birçok baro yönetimleri ne acı ki 1930’lar zihniyetiyle faşist ideolojinin anlayışını devam ettiriyorlar. Bunlar daha dün mahkemelerde anadilde savunma hakkına karşı çıktılar. Bugün de anadilde öğrenim hakkına karşılar. Yakın geçmişte BM İnsan Hakları Yasasının temel yasalarından olan ikiz sözleşmelerin (BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin) de onanmasında, bu sözleşmeler self determination (kendi geleceğini belirleme) hakkı içerdiği için Sevr’e gidiliyor diyerek karşı çıktılar. Roboski kelimesinin kullanılması bile onları rahatsız ediyor. Ermeni soykırımı gerçeğini inkar etmeye devam ediyorlar. Kıbrıs sorununda derin devletçi Denktaş çizgisini savunuyorlar. Yerel yönetimlerde özerkliğe hatta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılmasına da karşılar.

Avukatlar ve barolarla ilgili tüm ulusal üstü belgeler hukuk camiasının, evrensel hukukun ve dünya insanlık aleminin etik değerlerinin takipçisi olmasını vaaz eder. Demokratik bir çözüme karşı çıkan, hakkaniyet temelinde barışa karşı çıkan bir baro yönetimi düşünülebilir mi? Yasanın ismini ve yasaya hakim olan klasik güvenlikçi anlayışı eleştirmeleri gerekirken tam tersi ‘düşmanla savaş hukuku’ mantığıyla klasik ‘terörle mücadele’ anlayışının devam etmesini istiyorlar. Bu zihniyete karşı özgürlükçüler, dillerin ve halkların hak eşitliğini savunanlar yaklaşan baro genel kurullarında seslerini gür bir şekilde yükseltmelidirler.

VEDAT AYDIN ‘SUÇ’U DA KÜRTÇE KONUŞMAKTI

Birkaç gün önce savunmanlığını da yaptığım sevgili Vedat Aydın’ın hunharca katledilişinin yıl dönümüydü. 23 yıl önce Devlet adına, statükonun güvenliği adına vahşice öldürüldü. Vedat Aydın 1990 İHD büyük genel kurulunda bir tabuyu yıkarak anadiliyle konuştu. Kıyamet koptu. Ne yazık ki divan başkanı Halit Çelenk abimiz ve bazı İHD merkez yöneticileri dahi salonu terk ettiler. Genel kurul salonu o dönemin terörle mücadele şubesi olan 1. şube memurlarınca işgal edildi. Vedat’ı ve çevirmenleri genel kuruldan alıp gözaltına götürmek istediler. Yoğun bir çabayla 1. şube memurlarını salondan çıkardık. Ne var ki genel kurul bitiminde Vedat ve çevirmenler gözaltına alındılar ve kısa bir süre tutuklandılar. Ankara DGM’de savunmalarını üstlendik. Savunma yaparken de Vedat Aydın kararlı ve inançlı bir tutum sergiledi. Tanıdığım kadarıyla hiçbir zaman kariyerist olmadı. Ben onu hep Ekim devriminin halk kahramanlarından Çapayef’e benzetirim.

Ne yazık ki genel kuruldan bir gün sonra İlhan Selçuk Cumhuriyet gazetesindeki baş yazısında Kürtçe konuşularak Cumhuriyet’e karşı eylem yapıldı diye yazdı. Ona anadil hakkı ile ilgili ulusal üstü belgelerden örnekler gönderdim. Yayınlamadı. 5-6 ay sonra İHD’nin düzenlediği DİSK ve çalışma hayatı ile ilgili bir sempozyumda aynı bölümde konuşmacıydık. Ben konuşmamın sonunda ‘sayın İlhan Selçuk sürekli Türkçe konuşarak az önce eylem halindeydi’ dedim. Ne demek istediğim gayet iyi anlaşılmıştı. Vedat Aydın katliamının sözde soruşturmasını o yıllarda Cumhuriyet Halk Partililerce çok övülen Diyarbakır Emniyet Müdür Yardımcısı kontur gerilla şefi Hüseyin Kocadağ güya yürüttü. Vedat’ın eşinin şikayetini alırken adeta bir mağdurun beyanını alır gibi değil de bir sanık sorgular gibiydi. Vedat’ın katillerini hala devlet ortaya çıkarmadı. İnanıyoruz ki mutlaka günün birinde yargı önüne çıkacaklardır.

FİLİSTİN VE ROJAVA KANIYOR

Kanayan bir yaramız da Filistin ve Rojava sorunudur. Dünya sessiz, seyrediyor. Filistin konusunda kağıttan kaplan kesilen yürütmenin başı Rojava konusunda suça ortak oluyor. Filistin 1975’lerden bu yana, hele hele marksist olmayan ama marksistyanım diyen değerli Ebu Cihad’ın İsrail tarafından öldürülmesinden sonra El Fetih’in gerilemesi, niteliğinin zayıflamasıyla bir çıkmaz içine girdi. Arafat’ın son yıllardaki teslimiyetçi politikalarıyla El Fetih’teki yozlaşmalara göz yumması da El Fetih’i hayli zayıflattı. Gelinen noktada İsrail hem çalıp hem oynuyor.

***

Bir başka tehlikeli hazırlığa da vurgu yapalım. Bilindiği gibi özel mahkemeleri ve TMK ile yetkili mahkemeleri kaldıran 6526 sayılı yasa ile silahların eşitliği ilkesi gereği soruşturma aşamasında avukatlara dosya gizliliği kalkmıştı. Adalet Bakanı şimdi tekrar eski düzenlemeye dönüleceğini söylüyor. Yani soruşturma aşamasında müdafiler yine dosyaya erişemeyecek. Yürütme dürüst yargılanma hakkını üstelik imtiyazlı bir şekilde majestelerinin yargısı gibi sadece kendi camiası için dillendirirken kendisinden olmayanlar için anti-demokratik düzenlemeler devam etsin istiyor.

***

Demirtaş İstanbul brifinginde çok güzel start verdi. “Türkiye’nin aydınlık yüzüyüz. Özgürlük ay ışığında birlikte huzurluca dans etmekse yeni yaşamda birlikte dans edelim” dedi. Devamla “birbirine benzemeden, birbirini de benzetmeden.’