Dünya inanılmaz kavurucu ve sarsıcı bir zaman diliminden geçiyor şimdilerde. Kuzeyden güneye, doğudan batıya her yanda isyan ve çöküşler… Tunus, Fas, Mısır, Libya, Suriye, Batı’da grev dalgaları ve 99% hareketi…

 

Böylece 2008 krizinin sadece mortgage krizi olmadığı daha da berraklaşıyor… Nitekim mortgage, üzerine kurulu olduğu finans temelli kurumsal mantığın tıkandığı ve patladığı noktaydı. Bu noktaya, Afrika’dan hammadde, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Latin Amerika’dan enerji ve Batı’dan sermaye ve ara malları, Asya’dan ucuz işgücü ile üretim şeklindeki küresel işbölümünün hem Asya’da (özellikle de Çin’de) ve ABD’de balon (sistemin yeniden üretimine aktarılamayan ‘artık’) yaratması ile gelindi. Nitekim ABD’de finansal türev ürünler ile sanal bir zenginlik hissi yaratarak mortgage balonu yaratan ‘olmayan para’, Çin’in elindeydi aslında. 2000 yılının başından beri maruz kaldığı resesyon ve işsizlik tehlikesine karşı ABD, büyümeyi tetiklemek için merkezi konumdaki inşaat sektörünü canlandırmak için mortgage kredilerini ve düşük faizleri zorladıkça, Doları Yuan karşısında değersiz kılamadı ve Çin’in ithalatının ve ABD tahvil alımlarının önüne geçemedi ve 2008’de patlayacak balon Pasifik’in iki yakasında şişirildi. Bu balonun patlaması, cari küresel işbölümünü değişime zorluyor.

 

Avrupa ve Amerika’daki isyanların, sistem karşıtı hareketlerin süregelen krizle ilişkisi aşikar: Sorumlu olmadıkları halde maruz kaldıkları refah kaybına gösterilen haklı tepki…

 

Fakat Batı-dışındaki çöküşlerin ilişkisi açıklanmaya muhtaç:

 

Çökmekte olan Batı-dışı sistemler, ‘laik diktatörlük’ olmalarıyla bulundukları ilişki ağları içerisinde Soğuk Savaş sonrası kapitalizm- İslam geriliminde işlev gördüler ve ayakta kalıp, içerdeki muhalefeti bastırma imkanlarına sahip oldular. Fakat kapitalizmin, tarihinin şu eşiğinde İslam’la uzlaşma eğilimi dolayısıyla bu yapılar bu işlevlerini yitirip miatlarını doldurdular. Kendilerini ayakta tutan dış ilişkilerindeki bağlarının zayıflamasıyla bu sistemler içerde güçsüzleşince, içerdeki muhalefete hareket alanı doğdu.

 

Tahminimiz odur ki, Çin’de de son 10 yılda gerçekleştirilen kümülatif yaklaşık 200%’lük büyümeye rağmen artan gelir dağılımı adaletsizliğine dair hoşnutsuzluk da, Çin’in küresel dış zincirleri zayıfladıkça kendisini politik arenada ortaya koymaya çalışacaktır.

 

Keza benzer sebeplerle benzer bir süreç de, Putin Rusya’sını bekliyor. Son on yılda enerji fiyatlarındaki devasa artışlar sayesinde büyüyen Rusya’daki yolsuzluklar kaynaklı adil olmayan gelir dağılımına, Rusya halkı tepkisiz kalmayacaktır. Nitekim orada da hareketlenmeler kendisini göstermeye başladı.

 

İran İslam Cumhuriyeti’nin de sonu yakın... Nükleer programın etkin sonuçlar doğurmayacak olmasının ve programın İran halkını dünyadan kopartan- yalnızlaştıran, yoksullaştıran etkisinin yanı sıra, Suriye ve diğer müttefiklerinin düşmesi, İran’daki rejimin sonuna giden süreci yaklaştırıyor. (Bu sonun ciddi bir savaşla, işgalle gelmeyeceği ihtimalinin yüksekliği başka bir yazı konusu fakat şimdilik böyle bir işgalin kapitalizm-İslam uzlaşısına ket vuracaığnı söylemekle yetinelim.) Kapitalizme entegre olmuş Müslüman model ülkelerin (Mısır, Türkiye, Tunus), önümüzdeki yakın süreçte İran’daki rejimin meşruiyetini cezbetme üzerinden hızla çökerten etkisi olacaktır.

 

Netleştirmek için meseleyi önceki büyük kriz olan 73 Petrol Krizi’nin söz konusu sistemin temellerini atan etkisine götürelim:

 

Arap-İsrail Savaşı’nda Batı’nın İsrail yanında yer almasına tepki olarak Arap ülkeleri petrol kozunu oynayıp fiyatları yükseltince Batı’da durgunluk ve enflasyon birlikte baş gösterdi. Artan petrol fiyatlarıyla Arap ülkelerinin elinde nereye gideceğini bilmeyen birikmiş paranın kalkınma hedefleri nedeniyle finansman ihtiyacı içindeki Güney Asya ülkelerine aktarılması da, ABD öncülüğünde finansın küreselleştirilmesi sayesinde oldu. Bu sayede ABD’ye devlet tahvilleri aracılığıyla uluslararası piyasaya içerde enflasyon yaratmadan para basma ve kamu borçlarını çevirme imkanı sağlandı.

 

Fakat şimdi Çin’in düşük değerli Yuan sayesinde yaptığı ihracat sayesinde biriktirdiği Amerikan tahvilleri, ABD’yi bir ikileme sürüklemiş durumda:

 

İnternet balonu’nun yarattığı resesyon ve işsizlik tehlikesini atlatması, dış ticaret açığını koruması ve kamu borçlarını çevirebilmesi için faizleri düşük tutmak zorunda olan ABD, Çin’in elindeki tahvillerin değerini düşürecek faiz artırımı hamlesini şimdilik gerçekleştiremiyor. Dolayısıyla bu durumda Yuanı değerlendirmesi yönündeki baskılarını es geçen Çin’le olan mevcut ilişkisini kıramaz hale geliyor.

 

Bu nedenle hem Çin’i enerji ve hammadde koridorları üzerinde kısıtlamak hem de kendisini bu kısırdöngüden çıkaracak hamle olarak, İslam’la uzlaşma çerçevesinde Ortadoğu ve Afrika’nın kapitalizmin coğrafyasına dahil edilmesi stratejik hamle olarak ortaya çıkıyor. Afrika kökenli, kısmen Müslüman kökleri olan Obama’nın seçildikten hemen sonra Mısır ve Türkiye’yi ziyaret edip, İslam’la kavgalarının olmadığını ve Medeniyetler Çatışması döneminin sonunu beyan etmesi, bu manada sembolik bir işaretti.

 

Önceki yazıda da belirttiğimizi tekrar edersek: iklim krizi nedeniyle kritik konuma gelen tarım ve hammadde ile enerji açısından zengin olan Afrika ve Ortadoğu’nun küresel üretim zincirlerine daha fazla entegrasyonu çerçevesinde, 1980’lerden sonra Asya’da gözlemlediğimiz yeni kapitalizm çeşitlerini, kalkınma modellerini bu sefer Afrika ve Ortadoğu için deneyimleyeceğiz.

 

Böyle bir sürecin Batı’ya yönelik göçü tersine çevirme gibi bir tali sonucu da olacaktır. Nitekim bu göçler, eski sömürge ülkeleri vatandaşlarının kendilerinden çalınan refahtan pay almaya yönelik bir hamleydi. Tersine göçü teşvik ve tetikleme de, Batı’da İslamofobia karşıtı politika ve düzenlemeleri beraberinde getirecektir.

 

Velhasıl, bize göre, ne Çin’in dünya süper gücü, hegemonyası olacağı yönündeki, ne de kapitalizm 2025 yılında çökeceği şeklindeki öngörüler geçerli… Ola gelen, Batı kapitalizmi İslam’la uzlaşarak alan genişletirken, kendi içinde de finans temelli kapitalizmden inovasyon-bilgi temelli kapitalizme geçiş yaşıyor.

 

Bu noktada, İhsan Eliaçık gibi kapitalizm-karşıtı bir İslam yorumu çabası içinde olanların tarihsel önemi berraklaşıyor.