Bazen, bir birey olarak ve/veya bir toplum olarak, bilmek istemeyiz, duymak istemeyiz... İran hakkında ezberletilenler ile gerçekler arasındaki farkı görünce, "Türkler fes ve peçe takarlar, deve sırtında gezerler" efsanesi bile basit kaldı... Batı ülkelerine gayet ciddi bir sempati besleyen İran toplumuna Türkiye halen "baş düşman" olarak öğretilse de, insan insanı seviyor... İran'ın bir başka üstün özelliği ise, aynı bizim gibi tarihin bir bölümünde üç kıtaya hükmetmiş olan Pers imparatorluğunun mirasçıları olarak, bakımsız hiçbir eski eserlerinin bulunmaması... İşin ilginci, özenli restorasyon çalışmalarının Şah döneminde değil, Humeyni rejimi zamanında başlatılmış ve tamamlanmış olması... Sanıyorum 10 yıl içinde turizmin yıldızı olacak, çünkü ciddi bir tarih ve kültür turizmi potansiyeli var, artık devlet de destekliyor ve insanlar gerçekten çok sevimli ve dışa dönükler...



İran kadını, hele ki Türk kadını ile kıyaslandığında, bende oldukça hür, alımlı, güzel, özgüvenli, kültürlü, eğitimli, barışçı, bakımlı, özenli ve samimi bir izlenim bıraktı. Büyükşehirlerde kadınların %90'ı iş yaşamının içerisinde. İstihdam edilirken kişinin cinsiyetine bakılmıyor. Dinde de kadının yeri büyük. Herkesin bildiği belli başlı kadın figürlerin dışında, şehit ve imam olmadığı halde türbesi som altınla kaplı olan tek kişi ve kendisi için türbe inşa edilmiş olan bir kadın var; Masume Alkazem... Sokakta ve sosyal hayatta da kadına gösterilen hürmet hemen dikkat çekiyor...



İran’da hafta sonu Perşembe ve Cuma günlerine denk geldiği için, bu iki gün çoğu müze ve döviz büroları, dükkanlar ve devlet daireleri vs. kapalı. Öğle saatlerinde ise 2-4 arası kaylule (siesta) nedeniyle iş yerleri kapalı oluyor. Doğu ülkelerinde görülen, şişirilmiş bir fiyat söyleyip dörtte biri beşte biri fiyatına kadar inme geleneği burada yok. En fazla %20-30 oranında fiyatı indirebilirsiniz ve kaliteli ürünlerde tavizsizler.



Engin kültür, tarih ve medeniyet birikimine tezat teşkil edecek şekilde, İran mutfağı oldukça sığ, özellikle de bize kıyasla. En önemli ve yaygın yemekleri bizim ülkemizde de bulunan jasmine türü pirinç ile çok az yağlı olarak yapılarak üzerine biraz safranlı su dökülen ve minik kurutulmuş yabanmersinleri serpilen pilavları ve kebap çeşitleri. Bunun dışında patlıcanlı ve muhtelif sebzeli az sayıda yemeklerini ana yemek öncesi veya sonrası garnitür olarak sunuyor ve tüketiyorlar. Aş-ı reşte denilen erişteli yeşil mercimek çorbaları adeta yegane çorba türü. Yoğurtları ise genelde şekerli oluyor. Yine bizdekinin çok gerisinde kalan ve aşırı oranda şeker barındıran kuru pasta ve kurabiye türündeki tatlıları ancak ağzı biraz tatlandırmak için tercih edilebilir.



Humeyni rejimiyle birlikte ülke genelinde alkollü içecek satışı ve kullanımı tamamen yasaklanmış. Ama mesela şiirlerde şarabıyla ünlü olduğu bilinen Şiraz gibi kentlerde, evlerde halen gizliden gizliye şarap üretiliyor. Başka alkollü içecek türlerine de, kendileri ve yabancılar için, erişim sağlayabiliyorlarsa da bunun maliyeti hayli yüksek oluyor. Fakat, İran’da çok kaliteli ve gelişmiş malt içecekleri bulabiliyorsunuz. Bunlar genelde “alkolsüz bira” şeklinde, birbirinden çok farklı aromalarda ve biraya benzer kutulama ve şişelerde satılarak piyasaya arz ediliyor. Bizde de yeni yeni başlayan alkolsüz malt içeceği sektörü, İran’da doruğa ulaşmış, gerçekten oldukça serinletici ve lezzetliler… Ayrıca, ayranları kapalı kutularda bile olsalar genellikle naneli ve/veya sarımsaklı ve bazen de gazlı olup, besleyicilik ve hararet giderme bakımından gayet başarılılar...



İran hakkında sanki biraz da abartıya kaçtığı düşünülebilen olumlu yorum ve görüşlerimin bir nedeni belki şu; kendimi yarı yaşına kadar öz ailesi tarafından, aslında tanısa çok sevebileceği ve benimseyebileceği, en yakın komşusuna düşman yetiştirilen, çok zaman sonra iş işten geçince olan biteni bilip öğrendiğinde ise derin bir pişmanlık, acıma ve hüzün duygusu yaşayan bir çocuk gibi hissediyorum...



Türkiye "özgürlükler, sosyal yaşam, eğitim, kadın, kültürel değerlerini sahiplenme, din ve tarih bilgisi" gibi pek çok konuda, kendi açığını ve eksikliklerini örtmek için başkasını suçlayan ve ötekileştiren bir haşarı ülke... Ne yazık ki devletlerin bu tür yalan ve kin dolu resmi tarihleri, yönlendirme ve kitlesel algı oluşturma çalışmaları, bugün olduğu gibi tarihin her devrinde, en azından bir ölçüde, insanları birbirine düşman etmiş, binlerce yıl süren husumet ve nefret sarmallarının doğmasına yol açmıştır...



İlginç bir şekilde, İran'da en çok duyduğum laflar; "Merhaba Kardeş" ve "DAEŞ in İstanbul?"... İnsan ne diyeceğini şaşırıyor… Sadi’nin ifade ettiği gibi; “İki şey hayatınızı karartır; Susacakken konuşmak ve konuşacakken susmak...” ve tam 5000 yıllık Zerdüşt öğretisinde denildiği gibi; "Pendare Nik. Kerdare Nik, Goftare Nik" (İyilik Düşün, İyilik Yap, İyilik Söyle).



Gitmeden evvel de medeniyetine, şiirine ve sinemasına tutkun olduğum İran’ın insanını, coğrafyasını, şehirlerini ve muntazam sosyal yapısını görünce, daha da sevdim. İlk izlenimler şok edici oluyor, şahsen İran kültürünü tanıdığımı sansam da, bu kadar açık ve medeni bir toplum beklemiyordum. Türk insanı bu kardeşine kavuşup kucaklamayı çoktan hak ediyor ve bu borcunu bir an önce yerine getirmeli…

İran hakkındaki yazılarımıza devam edeceğiz…



{Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan}