“Bir kitap okudum hayatım değişti” demek benim pek inandığım bir şey değil. Ama bazen utanmanın çaresizliğini yaşadığım zamanlarda aklıma çok etkilendiğim “Utanç” kitabındaki Zeynep geliyor.

Zeynep annesinin rahminden çıktığında, Dünya’ya tepetaklak bakarken, ebenin kıçına vurduğu şaplak yüzünden ağlamıyor. Babasının hemşireye sorduğu soru ağlatıyor küçük kızı. “Oğlum nasıl?” diye soruyor baba, “efendim” diyor hemşire “bir kızınız oldu”. “Bu imkansız” diyor adam, “emin misiniz, benim kızım olamaz”.

Babasının sığ aptallığından utanıp, kıpkırmızı oluyor ve ağlıyor Zeynep.

Etrafındaki insanların duygu ve davranışları onu o kadar utandırıyor ki yaşadığı sürece, sonunda tüm şehrin korkulu rüyası olan beyaz bir pantere dönüşüyor. Artık yerine utandığı insanları, rüzgardan hızlı beyaz bir pantere dönüşüp geceleri öldürüyor.

Kitabı okurken, Zeynebin etrafındaki insanların ayıplarından utanıp renk değiştirmesini görmüş, kızın çaresizliğini anlayıp öfkeden kendi kendimi yemiştim. Sonunda bir pantere dönüşünce hikayenin bir numaralı hayranı olarak kaldım.

Artık hiç unutmadığım bir hikayem var.

Bu kitaptan bir sürü yazıda bahsettim.

Utancımı anlatacak kendi kelimelerimi bulamadığımda hep bu hikayeyi anlatıyorum.

Utanıyorum. İnsanların özgürlüğünü kendine tehdit sayan ve haklıymış gibi etrafa tehditler savuran insanlardan utanıyorum.

Tüm insan, toplulukları kendi yaşamlarını devam ettirirken mutlaka başka insanların yaşamlarına tehdit oluşturmuş, hatta kıyımlara sebep olmuşlardır.

Bu bir spermin yarışta birinci gelip döllenmesi kadar doğal belki de insan evladı için.

Ama bu bir savaşın göstergesi..

Doğruluğun değil.

Kendi düzenini korumak için başkalarının yaşam hakkına göz diken insanların olması, bu gerçeği normalleştirmez.

O yüzden meclisin vekillerinin toplanıp komşusundaki referandumla ilgili kararlar almasını ciddiye alamıyorum.

“Kürtler yaşadıkları topraklarda mis gibi yaşıyorlar, referandum onların sorunu değil” demek nasıl bir siyasi söylem hiç anlamıyorum.

Anlamadığım için mutlu olmam, utanmama engel olmuyor maalesef, o yüzden çok üzgünüm.

“PATRON BEN OLUCAM”

Tuhafıma giden hiç unutmadığım başka bir hikaye de, küçük bir çocukla ilgili.

Kumsalda çocukların içinde bir çocuk kaydırağın tepesine çıkıp her gün oyuna davet ederdi diğer çocukları. Aslında yalnız bir çocuktu. Kumların üzerindeki oyun parkında çocukların arasında oynuyordu ama diğer çocuklar aslında onu oyunlarına katmıyorlardı. Sadece varlığından rahatsız değillerdi.

Çocuk her gün kaydırağın tepesine çıkıp bağırırdı. Haydi çocuklar patronculuk oynayalım mı? Patron ben olucam, derdi.

Sanki bir amacı vardı, patron olmak. Gözlerini boşluğa dikip patron olduğunu ilan ediyordu. Onunla kimsenin ilgilenmemesi umurunda değildi. Kendi yalnızlığına da savaş açmış gibiydi.

Onu hiç unutmadım çünkü hep güç meraklısı, çok çalışan sorunlu bir babanın ilgiye muhtaç tek oğlu olarak düşündüm.

Bazen bu siyasetçi adamları-kadınları dinlerken, o çocuk geliyor aklıma.

GEÇMİŞ

Yeni bir şey daha keşfettim bu da beni gelecek hakkında umutlandırıyor.

Geçmiş aslında öyle bilindiği gibi nesilden nesile genlerle akan, aktarılan bir şey değil.

Geçmişin de geleceğe gölge ettiği, inşasına yardımcı olduğu zaman sınırlı.

İnsanın çağ adını verdiği süreç, geçmişin miadını doldurduğu, sürecini tamamladığı bir dönem.

Her yeni doğanla geçmiş filtreden geçiyor ve gelecek, çağın yeni tohumlarını taşıyor.

Her çağın sonu yaklaştığında yeni doğan daha çok arınıyor geçmişten ve en baştaki baki bilginin yeniden işlendiği zamana dönüyor yeni çağ.

Ve yenilenmiş insan aynı bilgiyle yeni bir yolculuğa başlıyor.

Bu bilgi şimdiki zamandaki utancımın hafiflemesine sebep oluyor.

İnsan özgürlüğünden rahatsızlık duymanın yeni neslin değil geçmişin kirlenmiş sorunu olduğunu ve gelecekle hiçbir alakası olmadığını düşünüyorum.

Eski nesille birlikte fikirlerinin de sonsuza dek yok olacağına inanıyorum.

***

Güzel günlerde görüşelim ve her görüşmemiz iyiliklere vesile olsun.