Hadi, tıpkı 2007’de kaybetmekte olan Kemalistler gibi patolojik bir duruma düşmüş olan AKP’lilere malzeme verelim… Zaten The Economist, The New York Times HDP’yi destekliyor diye dertleniyorlar.

Ne bu yazıya konu olan meseleyi, ne de analizi anlayacak kapasiteleri ve ne de öyle bir dertleri olduğundan, o çok sevdikleri komplolarına bir tane daha ekleyip, eğlensinler. Hakaret ettiğimi düşünenler, onlara “ekonomi“ diye söze başlandığında, “Abi o kadar yol yaptık“ diye cevap aldıklarını hatırlasınlar.

Aslında bu yazıdaki derdim küresel ekonomik programdaki kaymayı ele almak ama TC tarihinin en tatlı, en ferah ve samimi partisi olan HDP gündemin baş konusu olduğu için, ona bağlayarak, yazıyı okutmayı hedefliyorum…

Ama bunu yapmaya çalışırken, umarım HDP’ye taktik destek veren Marksistleri kızdırıp HDP’ye oy vermekten vazgeçirmem.

***

Göç melesinin yanı sıra Batı’nın en önemli tartışma konularından biri de “kemer sıkma politikaları“…

2007 Küresel Finans Krizi sonrası devreye sokulan bu politikaların beklenen sonuçları üretmediğinin anlaşılması ve özellikle de Syriza’nın zaferi üzerine, gerek dünyanın önde gelen medya organlarında, gerekse de küresel ekonomik yönetişim organlarında (OECD, IMF vb.) bir anlayış kayması gözlemleniyor.

Örneğin, gelir dağılımı eşitsizliğinin iktisadi büyümeye negatif etkisi ve kamu yatırımlarının büyümeye olumlu etkisi, 1980 sonrası bu küresel kurumlara hakim olan iktisadi ideoloji için bir tabu niteliğindedir.

Bu meseleler daha çok, neoliberallerin Marksistlerden daha çok nefret ettiği sol-Keynesyen iktisatçılarca dillendirilmişlerdir.

Özetle, Keynes ve sol-Keynesyenlerin daha çok yararlandıkları Kalecki, asıl belirleyici olanın talep olduğunu ve sermayedarların tüketim eğiliminin işçilere nazaran düşük olduğu için (=sermayedarlar daha çok tasarruf etmeye meyilli olduklarından), düşük gelirli kesimlerin gelirlerindeki artışın talebi ve yatırımı, böylece büyümeyi daha çok tetiklediğini vurgulamışlardır.

Liberal kesim ise, maaş artışından kaynaklı kar marjlarındaki düşüşün yatırımı düşüreceğini ileri sürmüşlerdir.

Kamu yatırımları konusunda ise, liberaller kamumun özel sektör gibi verimli çalışmadığını ve israfa yol açtığını söylerken; sol-Keynesyenler kamu yatırımlarının istihdam, dolayısıyla maaşlar ve yatırım malları üzerindeki pozitif katkısının yanı sıra piyasada yoğunlaşmayı engellemesi nedeniyle büyümeye olumlu katkısı olduğunu savundular.

Şimdiye değin kredi vereceği ülkelere maaşları ve bütçe harcamalarını baskı altına alması yönünde telkinde bulunan IMF’nin Mayıs 2015’te yayınladığı WP/15/95 numaralı raporu, 17 OECD ülkesine dayalı incelemesine dayanarak kamu yatırımlarının büyümeye katkısı olduğunu vurguluyor. ( http://www.ımf.org/external/pubs/ft/wp/2015/wp1595.pdf )

The Guardian gazetesindeki yazısında Stephen Koukoulas, iktisadi büyümenin zenginden fakire yeniden dağıtım yapıldığında artacağını ileri sürüyor. (http://www.theguardian.com/business/2015/jun/04/better-economic-growth-when-wealth-distribüted-to-poor-ınstead-of-rich?CMP=share_btn_tw )

Son dönemdeki raporlarında eşitsizlik konusuna daha çok eğilmeye başlayan OECD‘nin Genel Sekreteri Angel Gürri ise röportajında “eşitsizliği azaltmanın en önemli yolu insanların yeteneklerine yatırım yapmaktır“ diyor. (http://uk.reuters.com/video/2015/06/02/people-top-oecd-priority-list-says-oecds?videoİd=364441023&videoChannel=78 )

Özetle, “maaşları artırmak istihdamı azaltır“ gibi temelsiz bir argümana dayalı liberal söylem küresel iktisadi hegemonyasını yitirdi. Yerine HDP’nin ekonomi programında vurgulanan yeniden paylaşımcı, sol-Keynesyen bir paradigma geçiyor.

Bu sürecin Türkiye’ye yansıması ise elbette zaman ve verili düzeni yıkacak olan bir krizi gerektiriyor.

AKP-MHP koalisyonunda patlayacak bir ekonomik kriz, tüm sosyal maliyetlerine rağmen, HDP’nin daha çok aktörleştirdiği bir yenilenme ve eşitliğe doğru yeniden yapılanmanın potansiyelini içinde barındırıyor. HDP’nin arkaik Marksistlere fazla kulak asmaması, CHP’nin de evrensel sosyal demokrat değerlere doğru kayması, süreci daha da derin ve sağlıklı kılacaktır.