100 sene geçmiş aradan, hala karar veremiyoruz: Soykırım mı desek, tehcir mi?

Bülent Arınç, "bilerek, kasıtla ve isteyerek soykırım yapmadık" demiş.

Birisi de tweet'inde vermiş cevabı: "1 milyon insan kazara mı öldü diyorsun yani?"

Başbakan Davutoğlu da "tehcir bir insanlık suçudur" derken, eski içişleri bakanı bu sözleri "1915 olayları bir soykırım değildir, biz tehcir yaptık" diyerek tamamlamış...

Avrupa Parlamentosunun soykırım kararına tepkide HDP hariç bütün partiler birleştiler, biliyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, "Birinci Dünya Savaşı koşullarında Anadolu'daki tüm halkların çektiği acıya duyarsız kalarak sadece Ermenilerin acılarını yücelttiği bu yakışıksız karar, kabulü mümkün olmayan yok hükmünde bir karardır." denmiş...

Bir yandan Kürtlerle hala nasıl barışırız, adil, demokratik bir yaşamı birlikte nasıl kucaklarız diye sorup duruyoruz...

Süreci hala "gürültü yapmayın, başka bir şey istemiyoruz" beklentisine indirgeyen, işin siyasal rantına göz dikmiş bir iktidar var başımızda...

Başlattığı işi yarım bırakmış, işine geldiği kadarıyla yetiniyor...

Bu kafa mı bize barışı öğretecek?

Hala Kürtlere bir özür borcumuz olmadığını inatla savununan bir kafa, 100 sene önce Ermenilere yapılan kıyımı görmezlikten gelen zihniyetle nasıl da örtüşüyor...

Bu kafa mı özür dileyecek?

HDP için onca açıklamaya rağmen, "bunların gizli niyetleri neden olmasın" diye sorular sorup, Kürtlerin uzattığı elin değerini bilmeyenler, nasıl Ermenilerden özür dilemeyi becerirler, sorarım size...

Bu ülkenin halkları arasında inançlarına, mezheplerine, etnik kökenlerine göre ayrımcılık yapmak son bulmalı önce.

Bilin ki barışın önündeki en önemli engel bu dayatmacı, tepeden bakan ötekileştirici zihniyettir...

Başkasını yok sayan, bu ezici ruhtur...

Hrant'ın katilinin eline bayrak verip yanında fotoğraf çektiren kafa da böyle bir şey zaten...

Geçmişte olanların suçlusu değiliz hiç birimiz...

Ama kanımıza dokunuyor diye öfkemizin esiri olmak niye?

Kolay değil bunu kabul etmek, anlıyorum.

Bir dönemin suçluları için hüküm vicdanlarda verilmiş zaten.

"Tehcir suçlusu" olarak mahkemelerde de yargılanmışlar ayrıca...

Ama yapılanları red etmek bu suçun bir parçası haline getirmez mi insanı?

Tamam, soykırım denmesin, yaralayıcı kelimeleri kullanmayalım ama asıl mesele olaylara bulduğumuz sıfatlar mı?

Hrant en güzelini söylemiştir hep:

"Buna 'soykırım mı desek göç mü desek' diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle, insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasını kurtarmış olacağız?”

Bütün mesele acılara ortak olabiliyor muyuz, bir daha yaşanmaması için kıyımı mahkum edebiliyor muyuz, işte o.

Adını ne koyarsak koyalım, yaşananları kendimize göre değil başkasının acısıyla göremiyorsak kendi yaramızla yaşar dururuz öyle.

Başka türlü dağılmaz içimizdeki öfke.

Aynı noktaya çakılır kalırız.

100 sene evvel Ermenilere yapılanlar bir soykırım mıydı sorusuna cevap verirken utanç verici gerekçelere sığınmadan konuşmak gerekiyor bu yüzden.

Bu konuda herkese örnek olan Hrant, bütün bilge efendiliği ile gerçekleri gizlemeden, ama kimseyi de kandırmadan verir bunun cevabını:

"Biz Ermeniler de aramızda hiç konuşmayız bunu. Hiçbir aile çocuğuna bu konuda bir şey anlatmaz. Ama bu bir ‘iç bilgi’dir. Bütün Ermeniler bu ‘iç bilgi’ ile doğarlar. İnsan her bildiğini, her yerde her dakika söylemez ya. Onun gibi bir şey"

Bütün mesele burada...

Böyle bir "iç bilgi"yi bize sağlayacak toplumsal bir içgörüye hepimizin, şu anda içinden geçtiğimiz günlerde çok ihtiyacı var.

Başka türlü geçmeyecek çünkü acılar.