İçeride dışarıda zindanları düşünürken dona kaldım. Süreci takip edip, elimden geldikçe bu sürece destek veriyorum. Ölümler çıkmadan bu süreci atlatmak için neler neler vermezdim ki.

Geçmiş hükümetlerin sicili de bu manada iyi değil. Seksenli yıllardan bugüne hapishaneler üzerine çok kez saldırılar gördük.

Cunta dönemleri de dahil bu zamana kadar böylesi bir aşağılama ve lakayt bir hükümet diliyle de karşı karşıya kalmadık.

Ben bu satırları yazarken zindanlardaki tecride karşı ve anadilde savunma, ana dilde eğitim talebi ile başlayan açlık grevleri 63. gününde. Şimdi bile bitirilse, ölümler belki olmayacak ama bundan sonra yaşamlarının sonuna kadar, geri dönülmeyecek izlerini hep üzerlerinde taşıyacaklar belki de.

Hükümetin bu süreci bu şekilde taşıması çok imkanlı gözükmüyor. Mutlaka hareket edecek, dediğim gibi dili bile diğerlerinden daha lanetli olan bu hükümet, geri adım atmayı mutlaka ölümlere kadar taşırabilir. Ölümlerin hapishanelerden çıkmasını dört gözle bekliyor. Böylece kendisini mağlup olmamış ,kitleler önünde geri çekilmediğini göstermiş olacak ve karizmayı bu şekilde kurtarmaya çalışacak.

Dışarıdaki zindana gelirsek, içeriden çok farklı değil. Ben yakın dönemde Amed'den geldim. Diyarbakır E tipi önünde grup toplantısını yapmak isteyen BDP'ye karşı neredeyse Amed kenti yarı açık hapishaneye dönüştürülmüştü. Tam manasıyla tüm kentte sıkıyönetim ilan edilmişti. O gün diğer kentler de çok farklı değildi. Sonraki günlerde hapishanelerdeki tecridi konu alan bir miting düzenlenmek istendi, ki bırakın Amed'i, Bingöl ve Mardin yolları bile kesildi.

Bugün öyle haber sitelerine göz atarken, bir yerde Nusaybin'e Sayın Demirtaş ve konvoyunun alınmadığını gördüm. Bir başka yerde Urfa'ya bağlı Suruç'un bir köyünün boşaltılmak istendiğini okudum. Bir başka yerde ise Amed'de DTK binasına saldırılıyordu. Bu böyle uzar gider, allah aşkına şimdi kim ‘dışarıdaki tecrit içerideki tecritten başkadır’ diyebilir. Hadi barışçıl yollar ile kullanabileceğimiz alan gösterin de, orada hükümetin bu faşizan tavrını protesto edelim.

Toplayacak olursak eğer, benim son serzenişime bakmayın, o alanı bulduğunuz her yerde tecride karşı durun ve sesinizi mutlaka sesimize katın. Bizim durduğumuz her an açlık içeridekileri parça parça yiyor ve geri dönülmez hastalık ve ölümlere yakınlaştırıyor.

Tecridin boyutunun hapishanelerle sınırlı kalmadığını da hatırlatmakta yarar görüyorum. İçerdeki tutsakların hangi taleplerle açlık grevlerine başladığına baktığımızda, saldırının boyutunun ne kadar ağır olduğunu da görürüz. Artık tecritte içerisi-dışarısı ayrımını tamamıyla ortadan kaldırmak isteyen tam bir savaş hükümetiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

Biz zor zamanlarda hep ayaklarımızın üzerine dikiliriz ve tükürürüz celladımızın yüzüne.

Bu coğrafya emeğiyle yaşamı var edenlerin, tüm halkların ortak yaşam alanı. Hiçbir şekilde kurduğunuz zindanları ne içeride ne dışarıda kabul etmeyeceğiz.

Bu gün bir kere daha tarih bizi sınıyor. Artık ah deme- vah deme, bahaneler uydurup sorumluluğumuzdan sıyrılıp kaçma zamanı değil, bu dönemin ağır sorumluluğu hepimizi göreve çağırıyor.

Tüm arkadaş ve dost çevrelere eleştirel bir uyarımdır. Sakın ola bugün yarın pişman olacağınız bir ayrışma içerisinde olmayın. “Şu süreçte şu olmuştu da böyle böyle olmuştu. O yüzden”li başlayan her şey anlamsız. Bugün olan bitenlerin sorumluluğuyla yarın asla hesaplaşamazsınız. Bunu aklınızın bir köşesine mutlaka kaydedin. Bize karşı saldırı ortakken, bu saldırıya karşı mutlaka cevap birlik içerisinde verilmeli.

Her şey karşıtını doğurur. Bugün saldırılar azıya alınmış, dört bir tarafımızı sarmış durumdayken, bir o kadar da her yerde saldırılara karşı direniş örülüyor. Kim diyebilir adımlarımızı çoğaltırsak buradan birlikte yarını kazanamayacağımızı, kim söyleyebilir?

Unutmayın tarih buna birçok kez şahit oldu. Yeter ki yanlış soyutlamalarımız gerçekliğimizi ve birlik duygumuzu karartmasın.

Ya içerideki-dışarıdaki zindanları tümüyle kırarız, ya da tecridin tüm lanetiyle beraber yaşamaya devam ederiz…