Doğruyu anlatmak bazen öyle dümdüz anlatılacak kadar kolay değildir.

Hurşit Külter'e gıyabında ölmüş gibi davranıp ağıtlar yakanlar, varlığında şeytan görmüş gibi taşlıyorlar. Keşke Hurşit Külter'e öldü gözü ile bakılıp ağıt yakılmasaydı, belki bugün de şeytan görmüş gibi taşlanmazdı.

Bakın, 90'lı yıllarda Şırnak'ta askerdim. Aklımın ucundan bile geçirmiyordum esir düşmeyi, ne oldu peki, Türkiye'de nerede ise herkesin nefret ettiğini düşündüğüm PKK'nin eline ayağımdan vurularak esir düştüm. 

Size bu zamana kadar hiçbir yerde söylemediğim, anlatmadığım bir gerçekliği anlatacağım. Kürt illerinde savaş gerçeğini, savaşanların ya da mücadele edenlerin psikolojisini, en azından o zaman devlet güçlerine bağlı olan bizlerin psikolojisini size anlatmak istiyorum. 

Bir zamanlar PKK gerillası olan ve barış gurubu ile Türkiye'ye giren, daha sonra tutuklanan ve hapishaneden çıktıktan sonra gazeteci olan Yüksel Genç ile bir söyleşi için konuşurken, gerilla ile asker arasında ilginç bir benzerlik ortaya çıkmıştı. Her iki güçte yer alan kişiler esir düşmektense ölmeyi yeğliyordu. En azından ben esir düşme anımı anlatırken, Yüksel Genç de "gerilla için de aynı durum söz konusu" demişti. 

Benim gerillanın eline esir düştüğümde yaşadığım utancı hiçbir kelime anlatamaz. Her şeyi ile lanetlediğimiz, dizanteri, sıtma gibi hastalıklı gördüğümüz bir gücün eline benim gibi vatansever birisi nasıl esir düşerdi. Ölseydim bundan bin kere daha iyiydi. Belki ben yaralı alınırken birçok arkadaşım öldürülmüştü, bende ne sorun var ki ölmedim de sağ ele geçtim, ve benzeri binlerce soru o günlerde beynimi kemirmiş ve kaç defa intihar eşiğinden dönmüştüm. Gerçekten o aşamadaki utancımı hiçbir şey anlatamaz. 

Bu zamana kadar eksik anlattığım birkaç şey var, onlardan biri çok önemli. Bugün Hurşit Külter vesilesi ile anlatmak istiyorum. Bu zamana kadar sorduklarında PKK'nin ailem ile görüşme imkanını üç ay sonra bana verdiğini anlatırdım. Bu anlatımda eksik olan kısım var. Aslında PKK ilk geldiğim günden itibaren bana aralıklarla ailen ile görüşmek istiyorsan seni görüştürebiliriz dediği halde utancımdan bu görüşmeyi üç ay boyunca erteledim. Aileme o zamanki aklım ile ne diyecektim, ki benim esir düştüğüm birlik benden sonra onlarca insanını kaybetmişti. Bunca insan yaşamını kaybetmişken, ‘son kalan bombaları üzerimde patlatmaya korktum’ mu? O zaman bunu söylemeye hazır değildim. 

Ta ki PKK yöneticileri yaşadığımız durumun savaş durumu olduğunu bana kavratıp, savaşlarda esir düşmenin de en az ölmek ya da evine geri dönmek kadar normal olduğunu kabul ettirdikleri güne kadar bu böyle sürdü. Ancak durumu biraz sağlıklı düşünebildiğim dönemde ailem ile görüşmeyi kabul ettim. Yine de derinliklerde öyle izi kalmış ki, bugünkü Hurşit Külter’in durumu üzerine yaşanan polemikler bu durumu açıklamama yardımcı oldu. 

Yüksel Genç arkadaş ile yaşanan savaş gerçekliğinde Kürt hareketi savaşçıları ile devlet güçlerinin benzerleştikleri yanları anlattığım kısmı hatırlayıp, benim anlatımlarımı bunun üzerine koyarak Hurşit Külter, ben ve benzeri durumu yaşayan bu savaşın mağdurları ile doğru empati yapılabileceğini düşünüyorum.

Bizde 40 senedir yaşanan savaşın travmalarını araştıracak, daha sonra bu travmaların atlatılması için uğraşacak kurumsal çalışmalar nerede ise yok. İç savaş inkar edilince buna bağlı olarak travma merkezleri yada çalışmaları da ya yok gibi, ya da çok az, o zaman da herkes el yordamı ile yaşanan savaşın travmalarını atlatmaya çalışıyor, en azından öyle düşünmek iyi geliyor. Travma iyileştirilmediğinde üst yapı unsuru olan kültür gibi kendini sürekli geleceğe taşıyor. 

Sonuç olarak bugün o yüzden tam bir faciayı hep beraber yaşıyoruz. Türkiye'nin batısı ve doğusu şunu unutmasın, biz 40 yıldır yaşanan ve sonu gözükmeyen bu savaşın kurbanlarıyız. Batısı ve doğusu bu savaşın deliliğe varan sosyal travmasını yaşıyoruz. Yaptığımız tüm söylem ve yorumlarımız bizim bu varlığımızdan bağımsız değil, unutmayın.
 
Hurşit Külter'e denmeyen, söylenmeyen şey kalmadı. Kızıldere katliamından kurtulan Ertuğrul Kürkçü muamelesinden tutun da, hayatta kalmasından utananlara kadar, daha birçok yorum var da yazmaya elim varmıyor. Her iki tarafta da ölüm hastalık derecesinde kutsanınca, asıl en kutsal hak olan yaşama hakkı teferruat oluyor. Aynı durumu biz 90'lı yıllarda esir düşen askerler de yaşadık. Bizden daha sonra esir alınan ve yurda dönen tüm askerlerde de yaşandı ölümü kutsayan genel mantık, 'keşke dönmeselerdi, keşke ölselerdi de bu durumu yaşamasaydık' deniyordu. 

Bugün Hurşit Külter gerçeğinde de şunu anladık ki savaşın yorgun, bitap düşürdüğü Kürt kamuoyunda da benzer homurdanmalar ve savaşın ölümde benzeştirdiği tepkiler görmeye başladık. Bu durumun hiç iyi olmadığını söylememe bile gerek yok. Bu durumun böyle sürüp gitmesi hükümetin işine gelir, biz birbirimizi boğazlamadan önce ölümde değil de yaşamda birleşen güçlerin bu insanlık dezenformasyonunu düzeltmek için bir an önce harekete geçmesi gerek. 

__________

Demokrat Haber'in notu: Yazarımız hakkında ilginizi çekebilecek bir söyleşi: Komando İbrahim 'Yannis Vasilis' olacak!