Sivil cuntanın, eski koalisyon ortağı ile mücadele adı altında başlattığı cadı avı artık utanç verici boyutlara ulaştı. Ahlaksız bir McCarthycilik ile karşı karşıyayız. Bu ahlaksız McCarthyciliğin iki veçhesi var: Birincisi, bugünkü sivil cuntanın, eski koalisyon ortağı ile şu veya bu şekilde ilişkilenmiş  herkesi – silaha, şiddete, darbeye bulaşmış olup olmadığına bakmaksızın – aynı kefeye koyması, bunu yaparken de cemaatin güçlenmesindeki kendi hayati sorumluluğunu sadece hata ve özür ile geçiştirmeye çalışması.

Cemaat ile ilişkilendirilen bir üniversitede öğretim üyeliği yapan veya okulda çalışan herkes cezalandırılırken, zamanında cemaat ile her tür çıkar ilişkisine girmiş AKP'liler ve yandaş gazeteciler, bugün cemaate yeterince küfrediyorsa veya muhbirlik yapıyorsa, bırakın cezalandırılmayı el üstünde tutulmakta...

Zamanında cemaatin her türlü operasyonunu savunmuş ve tetikçilik yapmış pespaye kalemlerin, ailesini geçindirmek için hasbelkader cemaat ile ilintili bir kurumda çalışanların işsiz kalmasını savunması, tam anlamıyla ahlaksız bir McCarthycilik...

TIPKI 12 EYLÜL
 
Bu McCarthyciliğin daha da ahlaksız olan ikinci veçhesi ise, cemaat ile uzaktan yakından alakası olmayan muhaliflerin, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, barış imzacılarının OHAL fırsatçılığı ile “FETÖ” çuvalına konmaya çalışılması. Tamamen anayasaya aykırı bir KHK ile 44 barış imzacısı ve 100'lerce Eğitim-Sen üyesinin işlerine hukuk dışı bir biçimde son verilmesi ve 11.285 öğretmenin, hiçbir hukuki dayanak olmaksızın, PKK ile ilişkilendirilerek açığa alınması, ahlaksız McCarthyci cadı avının en çirkin örnekleri. Üstelik de bu yapılanlarla sadece öğretim üyeleri ve öğretmenler değil öğrenciler de cezalandırılmakta, daha doğrusu bütün toplum cezalandırılmakta. Bu kararlar geri alınmazsa, üniversite ve eğitim hayatında çok vahim sonuçları olacak. Tıpkı 12 Eylül faşizminde olduğu gibi...

KARA LEKE
 
Fakat görünen o ki, bırakın bu kararların geri alınmasını, sivil cuntanın bu McCarthyci cadı avı daha epey sürecek. Bilindiği üzere, McCarthyciliğin en önemli özelliklerinden biri bütün toplumu muhbirleştirmesidir. Böyle zamanlar, iftiranın, muhbirliğin sıradanlaştığı, insanlık değerlerinin ayaklar altına alındığı zamanlardır. Bugün yaşadığımız da tam olarak bu. 44 barış imzacısının işlerine son verilmesinde McCarthyci cadı avının suç ortağı olan ilgili üniversite rektörleri baş rolde ve Türkiye üniversite tarihine bu kara leke ile geçecekler.

Nitekim, KOÜ rektörü Sadettin Hülagü, “OHAL nedeniyle Üniversitelerde yapılan tüm soruşturmalar YÖK'ün bilgilendirmesi ve OHAL başkanlığının koordinasyonunda yapılmaktadır” ve “İlgili komisyonlardan geçen bilgiler üst kurumlara bildirilmektedir. Bu konuda nihayi karar YÖK ve hükümetin takdiridir” biçiminde tweetler atarak, üniversitesindeki 19 değerli bilim insanının utanç verici tasfiyesindeki rolünü azaltmaya çalışmakta. (Bu arada “nihayi” değil, “nihai” olacak. Rektör Hülagü, tipik bir milliyetçi muhafazakar olarak, Türk dilini kullanırken pek titiz değil. Milliyetçilerin dil konusundaki bu duyarsızlıkları da başlı başına bir tez konusu olsa gerek!) Fakat, gerçek bütün çıplaklığı ile ortada ve bu tamamen hukuk dışı ve haksız tasfiyede rol oynayanlar, bu kara lekeden kurtulamayacaklar...    

YAPILANLAR HİLAL KAPLAN'A YETMEDİ
 
Bu hukuk dışı tasfiye dahi, zamanında Gülen'e övgüler düzmüş Hilal Kaplan gibi bugünkü cadı avının gazeteci kılığındaki muhbirlerine yetmedi. Kaplan, eğitim aldığı üniversitesinden neden kimsenin atılmadığını soracak kadar ileri gitti. Dahası, YÖK başkanı Hilal Kaplan'ı arayarak yeni tasfiyelerin “müjde”sini verdi: “Ayrıca Yekta Bey, 2346 akademisyenin ihraç edildiği KHK'nın sadece başlangıç olduğunu, pek çok üniversitede soruşturma aşamasının sürdüğünü de söyledi. Buna ek olarak İstanbul Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü arayarak, hususi olarak KHK'da neden yer almadığını sorduğum Mehmet Altan'la ilgili soruşturma aşamasının sürdüğünü ve çok yakında sonuçlanacağını iletti. Neden KHK'da tek bir kişinin tasfiye edilmediğini sorduğum üniversitelerden biri olan Boğaziçi Üniversitesi'nin Kurumsal İletişim Direktörü de arayarak, kurum içi soruşturma sürecinin devam ettiğini ve yakın zamanda sonuçlandıracaklarını, gelen ihbarların titizlikle ele alınmasından ötürü gecikme yaşandığını bildirdi.” ( http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hilalkaplan/2016/09/07/diplomatik-kapak )

YÖK, bununla da yetinmeyip, 44 barış imzacısı meslektaşımızı ve Eğitim-Sen'lileri de “FETÖ”çuvalına sokmaya çalışarak, açıkça yanlış bilgiler içeren şu metni yayınladı: “Üniversitelerimizde bu kapsamda gelinen son duruma bakıldığında; bilindiği üzere 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine ilişkin olarak üniversitelerimiz tarafından açığa alınan ve haklarında inceleme ve değerlendirmeler yapılan personelden bugüne kadar 670 sayılı KHK ile 2 bin 346 akademik personel kamu görevinden çıkarılmıştır. Bununla birlikte üniversitelerde konuya ilişkin süreç tamamlanmamış olup çalışmalar halen devam etmektedir.”

Bu kesinlikle doğru değildir, bu 2346 akademik personel içinde olan 44 barış imzacısı da, Eğitim-Sen'liler de “darbe girişimine ilişkin olarak” değil barış istedikleri, muhalif oldukları ve emeğin hakkını savundukları için kamu görevinden çıkarılmıştır. 
 
Hilal Kaplan gibi muhbirlere de, üniversitelerindeki 44 barış imzacısının, Eğitim-Sen'lilerin tasfiyesine neden olarak bu cadı avına ortak olan rektörlere de, yeni tasfiyelerin “müjde”sini veren YÖK başkanına da açık çağrıda bulunuyorum. Kendimi ihbar ediyorum. Ben de barış imzacısıyım, ben de Eğitim-Sen'liyim. Ama lütfen dürüst olun ve tasfiye nedeni olarak bunları yazın. Ya da bunlarla ilişkili bir neden bulmaya çalışın.

BİZ DE UNUTMAYACAĞIZ

Bakın bir başka muhbir, bu kez bir muhbir akademisyen, Halil Berktay size yardımcı olmaya çalışıyor: “Ne oluyor, hendek kazılan, barikat kurulan Güneydoğu şehirlerinde? 1128’ler bildirisine bakarsanız, PKK neredeyse nâmevcut; hükümet durup dururken saldırıp (telâffuz edilmeyen sözcükle) aslında soykırım uyguluyor. Buna karşı da belki uluslararası bir müdahale gerek. Eh, ben de bunları unutmuyorum ve unutmayacağım.” ( http://serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/soykirim-tartismasi-2-solcularin-yeni-davalar-arayisi-716095 )

Ben de, bugün McCarthyci cadı avında muhbirlik yapan Halil Berktay'ın, Gün Zileli'nin söylediğine göre, örgütten ayrılmak isteyen o zamanki yoldaşı İbrahim Kaypakkaya'nın öldürülmesini savunmuş olmasını unutmuyorum ve unutmayacağım.

Tabi, bizler gibi silah ve şiddet karşıtlığından çocuklarına oyuncak tabanca bile almayan insanların, Berktay gibi yoldaşının öldürülmesini bile savunabilecek kadar şiddeti içselleştirmiş bir insanı anlaması mümkün değil.

Onun gibilerin de, bizler gibi şiddet karşıtı insanların gerçekten de arkasında başka bir niyet olmadan barış isteyebileceğini anlamasının mümkün olmadığı gibi...

Muhbirlere inat: Barış istemek suç değildir, Eğitim-Sen'li olmak suç değildir...