Defterleri ve kalemleri çok seviyorum. Her bir çantamda ayrı defterim ve kalem kutum var. Bazı kalemlerimi hiç kullanmamışım ama atmaya kıyamadığımdan öyle yazma işlemini kaybetmiş benimle geliyorlar her gittiğim yere. Kapağını açmadığım defterlerim var ya da iki satır yazıp başkasına geçtiğim.

Aslında niyetim yani yazıma başlamadan önce kafamda kurguladığım başka sözcüklerim vardı ama arkadaşım batır kalemi ya da mürekkebi devir deyince içimden bunları yazmak geldi. İki gündür arkadaşımla sosyal medyada rast geldikçe sohbet ediyoruz. Eğlenceli ama ciddi sohbetimiz beni yazmaya teşvik etti. Zihnimdeki kapakları açan sohbetleri seviyorum. Onunla konuşurken bir yandan kadın hikayeciler hakkında bir yazıya göz gezdirdim. Elbette o yazı da okuduklarım hakkında birkaç şey söyleme isteği uyandırdı.

Yeni katıldığım Demokrat Haber’deki köşemde daha çok diziler hakkında yazmak niyetindeyim ama ben tetiklenmediğim sürece yazamıyorum. Bu aralar seyrettiğim diziler ne bana ilham oluyor ne de yazacak kadar öfkelendiriyor o yüzden onları rahat bıraktım.

Okuduğum yazıda kadın hikayeciler sayesinde değişen kadın erkek ilişkilerinin nasıl yol aldığından bahsediyor köşe yazarı.

Amerika da insanlar boşanıyorlarmış. Bizim ülkemizde ise boşanmak isteyen kadınlar öldürülüyormuş. İktidarını kaybeden erkekler Amerika da kadınlardan intikamını onları terk ederek alıyormuş. Biz de ise erkek, vay sen kim oluyorsun da beni terk ediyorsun deyip kadının kafasını patlatıyormuş. Orada kadın hikayeciler ilişkileri, boşanmaları, yalnız kadınların sorunlarını anlatan hikayeler yazıyorlarmış. Yine ciddi konular erkeklerin işiymiş ama bu ilişki konusu artık kadınların tekeline kalmış. Kadınlar da bu hikayelerin sayesinde artık erkeklerin onlara yaptıklarının kaderlerini olmadığını öğreniyorlarmış.

Bir film seyretmiştim yine adı sanı aklımda değil hem zaten bu hayatta önemli olan bize kalan duygular değil mi işte ben de orada bir duygu hatırlıyorum. Kadın sıkıcı evliliği yüzünden kendisini toplumdan dışlanmış hissediyor. Evli kadınlarla arkadaşlık edemiyor onların sohbetlerine katılamıyor. Kocası, kocaman bir evi var. Karışanı yok normal standartlarda mutlu olması gerek ama o çekip gitmek istiyor. Küçük bir kızı var onu her gün parka götürüyor orada tek başını kızını oynarken seyrediyor. Oraya bir de küçük bir oğlu olan bir adam geliyor. O da doğal olarak çocuklarını alıp parka gelmiş annelerin içinde bir başına oğluyla ilgileniyor. Adamın karısı çalışıyor kendisi çocuğuna bakıp avukat olmak için sınavlara hazırlanıyor. O da mutsuz. Çünkü toplumun ona biçtiği rolde değil. Zaten o role aday da olmak istemiyor.

Bu iki yalnız insan parkta karşılaştıkça sohbet etmeye başlıyorlar, aralarında zamanla bir duygu gelişiyor. Birlikte çocuklarını alıp kaçmaya karar veriyorlar.
Bu arada kadının kocası her akşam çalışıyorum diyerek çatı katındaki odasına çıkıp bilgisayarında hayran olduğu porno yıldızı kadının filmlerini seyredip mastürbasyon yapıyor. Kadının internetten aldığı külotu da ağzında bu arada.

Bir gün evli kadının mahalleden komşusu onun türdeşleri arasındaki yalnızlığını fark edip geceleri kitap okuma toplantılarını yaptıklarını kendisinin de onları katılmasını söylüyor.

Kadın kabul edip toplantıya gittiğinde, uyuşamadığı evli kadınları okudukları kitap hakkında tartışırken buluyor. Tüm kadınlar ağız birliği etmiş Lev Tolstoy romanının kahramanı olan Anna Karanina’ya verip veriştiriyorlar. Ne kadar basit olduğundan, zavallılığından bahsediyorlar, evli olduğu halde başka bir adama gönül verdiği için.

Bizim kadın kahramanımızı o geceye davet eden komşu kadın, bu kitap senin üniversite de tez konunda sen de bir şeyler söylemek istemez misin? diye soruyor. Bizim ki öfkeyle diyor ki siz nereden biliyorsunuz o kadının ne istediğini, belki de mutluluk obezidir. Daha çok mutlu olmak istiyordur olamaz mı? Diğer kadınlar bu sıra dışı söylem karşısında şaşıyorlar onlar kendi duygularını açık etmeye alışık kadınlar değiller çünkü evcilik oyununda bunun yeri olmadığını düşünüyorlar.

Filmde kaçmayı başaramıyor aşık çift. Son dakika düzenlerini bozmaktan vazgeçip evlerine geri dönüyorlar, seyredeni de hüznüyle baş başa bırakıyorlar.
Günümüzde kadın hikayeciler aslında okuyucun kendi düşüncelerini özgürce ifade etmeleri konusunda onları teşvik ediyor. Kadınlar okudukları hikayelerden kendi düşüncelerin anormal olmadığını aslında evrende yalnız olmadıklarını anlıyorlar. Elbette bu düşünce şeklinin fark edilmesi yavaş bir süreç ama edebiyat zihinlerde yavaş ilerler zaten. Önce okunanlar sindirilir gün gelip yaşadıklarına denk düşünce okuyanın bir parçası haline gelir. Burada edebiyatın rolü okuyucudaki duygu değişikliğine yabancılık çekmemesine neden olmak bana göre.

Bizim kadınlarımıza bugünlerde kendilerine yalnız olmadıklarını hissettiren şey kadın kuruluşları. Tecavüze uğradıklarında, kocalarından kaçmak zorunda kaldıklarına sığınacakları evler var. Şartları kendi evlerinden daha iyi değil elbet ama yine onların varlığını gören yardım etmeye çalışan insanlar var. Aileler genelde kadınlar zor duruma düştüklerinde sorunları görmezden gelip kaderlerine razı olmalarını isterler. Toplum saygın olduğunu düşünen her fert, kardeşi ya da çocuğunun ailevi problemleri karşısında iki insan arasına girilmemesinin daha doğru olacağını düşünüp mesafeli bir seyirde kalmayı tercih eder. Oysa toplumdaki kadın kuruluşları sorunlarından dolayı görmezden gelinen yalnızlaştıran kadınlar için mesai harcar. Gazeteler çıkarır, toplantılar düzenler, ailesinin gelmediği mahkemelerde onun yanında durur, sokağa çıkar. Bu sayede kadın kendisinin yalnız olmadığını hissedip ayakta kalmaya çalışır. Erkeklerin şiddete meyilli kadınların düzenlerini bozmamak adına sessiz kaldığı toplumuzda bu kadınlar cesaretleriyle görünmez kadınları görünür kılarlar. Hem topluma hem de ataerkil olan devlete karşı yanlarında yer alırlar.

Bizim toplumuzda edebiyat şimdilik daha gerilerde insan hikayelerini şekillendirmede ama kadınlar artık özgürce yazıyorlar, ne düşündükleri çekinmeden ifade ediyorlar bu da gelecekte kadınları güzel günlerin beklediğinin müjdecisi.

İnsanlar okullarımızda çocukların cinsel eğitim almasını konuşuyor uzun zamandır. Okullarda böyle bir ders var mı bilmiyorum. Ben okullarda çocuklara ilk öğretimden itibaren cinsel ayrımcılık dersleri verilsin isterdim. Çocuklar erk ve dişil kavramlarını öğrensin. Toplumun bize yaptırımlarından haberdar olsun isterdim. Cinsiyetimizin toplum tarafından şekillendirildiğinin farkına erken varalım iterdim. O zaman kendimizde ki farklı sandığımız düşüncelerin insanlık tarihinin en başından beri herkesin zihninden geçtiğini toplumunda bunu dışarı vurmayalım diye önceden önlem aldığının farkına erken varalım isterdim. Böylece suçluluk hissetmeden özgürce yaşayabilirdik belki.

Güzel günlerde görüşelim efendim.