Her 19 Ocak tarihinde benim tek gündemim var, İstanbul’da, Sivas’ta, Malatya’da, dünyanın her hangi bir ülkesinde/kentinde yaşayan ve yerin 1915 metre dibinde yaşamaya mahkum bırakılmak istenen bütün Ermeniler, 1915 “benim de mezarım” oldu diyen bütün insanlık gibi.

Anadolu/Mezopotamya’da yaşayan bütün halkların da Ermeniler ile birlikte toprağın dibine gönderildiği o tarihten bu yana hiçbir zaman tamamlanamadık. Kendi kimIiğini ötekinin varIığına göre konumIamanın hastaIık olduğunu söyleyen hakikat anlatıcısı Hrant Dink içinde olduğumuz gerçeği çok açık bir dilli; “KimIiğini yaşatabiImek için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimIiğin hastaIıktır” biçiminde ifade etmiştir.

1915 Ermeni soykırımının kazandırdığı hiçbir halk olmamıştır. Türk halkı kendi ırkçı/militer yöneticileri tarafından Ermeni halkı ile birlikte 1915 metre yerin dibine gönderildi. Ermeniler yaşadıkları kentlerden, sokaklardan devletin silahlı güçleri, kimi işbirlikçi Kürt aşiretleri, sivil çeteler tarafından sonu olmayan o soykırım yolculuğuna çıkarılırken penceresinin arkasında durup bakan bütün insanlar/insanlık bu güne kadar tamamlanmamak üzere kaybetti.

Türkiye’de Talat, Cemal ve Enver paşalar hiç eksik olmadı. Ancak bu coğrafyada 1915 metre yerin dibinde tutulmak istenen insanlık da hiç susmadı. Bu toprakların vicdanı da hiç susmadı. Zaman zaman bir satır yazı, zaman zaman bir ezgi, zaman zaman da Hrant Dink gibi bir anlatıcı olarak çıktı karşımıza; “Ermenilerin ruhsal hayatında, ulusal kimliklerinde Türk unsuru, bu anlamda -1915 olayları anlamında- ciddi etkiler doğurmaktadır ve Ermenilerin sağlıklı bir kimlik oluşturabilmeleri için bu etkiden kurtulmaları gerekmektedir. bu kurtulma, Türklerin devlet ve toplum olarak Ermenilerin acılarını paylaştığını ifade etmesi ile mümkün olacaktır ki bu olasılığın gerçekleşmesi zor görünmektedir. ikinci yol olarak ise Ermeniler kendi kimliklerinden bu etkiyi çıkarmalıdır. bu yol hem daha kolaydır ve yapılması gereken de budur. Ermeniler 1915’te yaşanan olayların gerçekliğinin farkındadır. Türkiye’nin ya da dünyanın bu olayları tanıması ya da tanımaması bir şeyi değiştirmeyecektir. dolayısıyla Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye’ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. ermeni kimliğinin sağlığı başka ülkelerin soykırımı kabul edip etmemesine bağlı olamaz. bu yaklaşım hatalıdır. bu hatalı yaklaşım artık terk edilmelidir. ermeni kimliğinin oluşumu bu bağlamda Türk’e bağlı kalmamalıdır. ayrıca Ermenilerin tüm çabalarını dünya üzerinde ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, kimliğin oluşumunu engelleyen bir zaman kaybıdır. bu anlamda ermeni dünyası kendini ‘Türk’ten kurtarmalıdır. bu yapıldığında ermeni kimliğinde ‘Türk’ten geriye kalacak boşluk sorun oluşturmayacaktır. zira bu boşluk Ermenistan devletine gösterilecek ilgi ve devlet için harcanacak çaba ile doldurulmalıdır. ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu, ‘Türk’le uğraşmamaktır. ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur. yeter ki mevcudiyetin farkında olsun. (...)”

Bu coğrafya da yaşayan bütün halkları, inançları, kimlikleri ve emeği bir arada eşit ve özgür yaşamasını sağlayacak gerçekler 1915 metre yerindedir. Devletin bütün ırkçı/militer inkar ve yok saymalarına, asimilasyon politikalarına, sistematik katliamlarına karşı halkların da bir vicdanı vardır. Bu vicdanı yok etmeye yetmedi devletin gücü, bizim de bu hayatı hepimiz için eşit ve özgür kılmaya. Ama bizim kavgamız bitmedi, bitmeyecek, hayatı sloganlardan çıkarıp sokakların bir parçası yapana kadar da devem edecektir.

Bu da bizim bu toprakların hakikat anlatıcıları Ape Musa’ya ve Hrant Dink’e sözümüzdür!