HDP (Halkların Demokratik Partisi)’ne dair 4 Mayıs 2014 tarihinde gene bu sitede yazdığım bir yazıda; “Oysa HDP bir proje değil, bu coğrafyanın halkları için bir arada eşit ve de özgür yaşamanın bir adıydı. HDP kendisini, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin partisi ve özgürlük arayışı olarak ifade ediyordu” cümlelerini kullanmışım. Bugün de aynı şeyleri düşünüyorum.

7 Haziran 2015 tarihindeki seçimler bu gereceğe daha da bir anlam kattı. Türkiye’de baskı, şiddet ve korkutma üzerine siyaset yapılır ve iktidarlar da bu çatışma üzerinde kendilerini konumlandırırken HDP; dili, inancı, kimliği ve yönelimi ne olursa olsun bir birine dokunmanın, bir birini anlamanın, dayanışmanın, birlikte umut etmenin ve umut ettiği için ortak bir geleceğe adım atmanın bir pratiği oldu. Bunun toplumda karşılığı da ortaya çıktı. Irkçı/militersistemin bir birinden uzak tutarak yönetmeye alıştığı hemen hemen bütün kesimler kendi sözleri ve de eylemleri ile HDP’de bir araya geldi. 

Başta AKP olmak üzere devletin bütün kurumları bu gerçeği gördüler 20 Temmuz Suruç Katliamı ile yeni bir darbe sürecine girerek 7 Haziran sürecini yok saydılar. İşte bu tarihten bu yana HDP’nin içinde olduğu politik hat bir türlü iktidar/devletin yönelimlerini karşılar nitelikte olmadı. Bir partinin de ötesinde milyonların kendisini içinde ifade ettiği bir hareket olarak HDP Temmuz 2015 tarihinden bu yana politik bir varlık gösterememiştir. “Ama” ile başlayacak bütün itirazların farkındayım. AKP/devletin daha örgütlü baskı ve şiddeti ile HDP hareket edemez hale getirdi. Ancak bütün bunlara en başında ciddi bir karşı koyma hali gerçekleştirebilirdi. 

7 Haziran dan 1 Kasım’a giden süreçte HDP mecliste olma halini sorgulayabilirdi. Kimi itirazlarına rağmen etkili bir muhalefet yürütemedi. İki yılı geçen bu süreç içinde ısrarla “mecliste olma halimizi korumalıyız” siyaseti ile kendisini daha da zor durumda bırakmıştır. En başında etkili bir siyaset geliştirmiş olsaydı bugün daha başka şeyleri tartışıyor olurduk. İki yıllık süreç içinde meclis içinde yürütülen mücadele ile elde edilen hiçbir başarı olmamıştır. 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra AKP ve MHP arasında kurulan fiili koalisyon istediği her şeyi gerçekleştirmiştir. Bu gerçeğe rağmen ısrarla mecliste olma hali HDP’yi tamamen etkisiz kılmıştır, oysa siyasetin yeri sadece meclis değildir diyen bir partidir HDP. 

AKP/devletin baskı ve şiddet politikalarının karşısında etkili bir siyaset koyamayan HDP bunun en büyük kaybını yaşadı/yaşıyor. İyi başlayan ve devamı kötü gelen bir süreç oldu. Buna karşı son zamanlarda içine girdiği eylem biçimlerinin devletin baskı ve şiddetine karşı toplumun dayanışmasını, moralini olumlu yönden etkileyecek eylemler olmadığını düşünüyorum. ‘Adalet ve Vicdan Nöbetleri’ ile iyi düşünülmüş bir eylem biçimi olabilir, ancak pratikte hiç böyle olmadı. Daha başlar başlamaz devletin istediği bir şey vardı ve bunu gerçekleştirdiler. Türkiye’de başta HDP’lilere dönük olmak üzere bütün muhalif kesimler üzerinde ciddi bir baskı var, her an gözaltına alınma ve tutuklanma psikolojisi yaşamayan hemen hemen hiçbir HDP’likalmamıştır. Eylemler ile bu psikolojiyi dağıtmak yerine ortaya çıkan resimler ile adeta buna hizmet edildi. 

Amed’te Ceren Ekin Parkında başlayan bu eylemin ilk fotoğrafları demir bariyerler arasında volta atan HDP milletvekilleri oldu. Elbette HDP bu eylemlerin kitlesel olmasını istiyor ve bunun için böyle bir eylemselliğe başladı. AKP/devlet daha bunu ilk etapta engelledi, tam da kendisinin istediği resim kareleri içinde eylemi yansıttı. Bu noktada HDP bir kez daha hızlı hareket edip başka bir şeyler bulması gerekirken bariyerler içinde bu eylemselliktamamlandı. En son Hasankeyf’te Darphane Kalesi’nin dinamitlerle havaya uçurulmasına karşı kendini kayalıklara bağlayarak eylem yapan HDP milletvekili resimlerini gördük. Bunların sisteme karşı mücadele yürüten insanlara moral verdiğine inanan biri değilim, tam tersi insanları demoralizeediyor. Bunu ifade etmenin çeşitli tepkilere neden olduğunu görüyorum. Yapılan eleştiriyi görme ve ona odaklanma yerine nereden, kimin yaptığına bakmak bir şey kazandırmaz. 

Avrupa’da yaşayan mücadelesini buradan doğru yürütenlerden biri olan Nilüfer Aydın;” Dayanışan bir halkın istekleri ve ihtiyaçları sokaklarda örgütlü olarak şekillenir ve sonrasında yasalara dönüşebilir. Bunu bilen Avrupa da yaşayan “Türkiyeli” insanlar olarak Merkel Hükümetine soldan yapılan baskılar sonucunda kendi politikasını ciddi şekilde gözden geçirmiştir. Ama daha önümüzde uzun bir yol var. Almanya’nın Türkiye olan silah satış anlaşmaları var, bunların hepsi iptal edilene kadar devam mücadelemize devam etmemiz gerekiyor. G 20 yakalanan halkların dayanışması daha çok öne çıkartılmalı. Hiç birimiz bir diğerini Avrupalı, Afrikalı, Orient diye ayırmamalıyız. Avrupa’da her yerde de sömürülen sınıfız. Zenginliği yaratan biziz ve bu zenginliğin gerçek sahiplerine dönmesininzamanı çoktan geldi de geçiyor.”

Nerede olursak alalım birlikte dayanışma içinde mücadele etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Bu dayanışma zaman zaman ciddi eleştirileri de içerebilir. Türkiye’de baskı ve şiddet iklimini geriletip toplumsal barışa ulaşmayana kadar hiçbir yerde hiç birimiz mutlu ve de huzurlu değiliz. HDP bu mücadelenin önemli bir paydasıdır. Bu paydanın her yerde ve her şekilde daha da büyütülmesi gerekiyor. HDP içinde karşılığını bulan ‘radikal demokrasi’ ile hayatın her alanında ve dünyanın her yerinde daha etkili ve insanları harekete geçirecek söz ve eylemler üretmemiz gerekiyor. Bu sadece HDP’nin sorumluluğunda olan bir şey de değildir. Biz de her zaman ‘yaşamak direnmek’ olmadı mı?