Medya o hale geldi ki yapılanları mazur göstermek, gerçeklerin üzerini bayrakla örtmek, vahşeti saklamak için adeta yarışa girdiler. Gazete başlıkları bile ortak tasarlanıyor. Sanki tüm gazeteler bir yerde tasarlanıp bir yerde basılıyor.

Tv’lerde farksız bir şekilde kendilerine servis edilen görüntü ve haberleri sunuyor. Bölgeye gönderilen muhabirler polis eşliğinde hareket ediyor, kendilerine sunulanın dışında haber yapamıyor.

Son günlerde yapılan ve sunulan bu tür haber ve görüntülerden üçü o kadar bariz bir şekilde senaryolaşmıştı ki dikkatimi çekti.

On metrelik alanda çocukları koşarak geçirirken gösteren video gazetecilik açısından tam bir komedi. Çocukları keskin nişancılardan koruyorlarmış! Bu nedenle askerler çocukları sırayla koşarak karşıya geçiriyorlar.

Gerçekten keskin nişancı varsa ve niyetleri o çocukları vurmaksa yüze yakın çocuktan en az birkaç tanesini geçiş sırasında mutlaka vururdu. Gerçekten çocukların vurulmaması için önlem alınacaksa böyle olmamalıydı. Geçilecek yere birkaç tane zırhlı araç koyar, o araçların korumasında geçirirsin çocukları. Komedi filmi çeker gibi çocukları koşturarak olmaz.

Diğer taraftaki haber ise daha da ilginç, garip ve yine gazetecilik açısından bakınca acınası bir durumda.

Sokağa çıkma yasağı olan bir yerde boş bir eve giren polis veya asker, evdeki erzakla çay yapıp içmiş. Sonra da bunu içine sindiremediği ve vicdanı elvermediği için on lira ve bir not bırakmış. Haber medyada, ‘’güvenlik güçlerinden göz yaşartıcı not’’ başlığıyla sunulmuş.

"Çayınızı ve şekerinizi kullandık, gönül isterdi ki çayınızı rahatça beraber içelim, hakkınızı helal edin. Türkiye Cumhuriyeti!"

O bölgede asker ya da polis boş evlere kapıdan girmiyor. Tuzak olma ihtimali nedeniyle kapı yerine duvarları yıkarak içeri giriliyor.

Sen boş bir eve duvarını yıkarak gireceksin. Ne amaçla girdiğin belli değil ama çay demleyip içecek kadar kalacaksın. Duvarlarını yıkmış, evi kullanılmaz hale getirmişsin. Evin sahipleri terk etmiş, belki de ölmüş, öldürülmüş. Çocukları savaş yüzünden psikolojileri bozulmuş. Adamlar aç sefil. Bunları düşündüğün yok. Çay ve şekeri kullandığın için vicdan yapacaksın.

Bıraktığın on lira ve not.

İmza, Türkiye Cumhuriyeti. Neden ‘’bir polis, bir asker, Şaban, Ramazan’’ değil de Türkiye Cumhuriyeti. Bari devleti kullanmayın yalanlarınıza medya çalışanları.

Gazeteci kardeşim, böyle basit senaryo olmaz. Biraz daha düşünerek, daha akılcı senaryolar yapsan da biz de kendimizle, aklımızla dalga geçildiğini düşünmesek.

O insanlar ki beyaz bayrak taşımaya mecbur.

O insanlar beyaz bayrakla bile ölüyor, beyaz bayrak ta kurtarmıyor.

Taybet ana tam 7 gün sokağın soğuk taşları üzerinde kaldı.

Miray bebek beyaz bayrağa, dedesine, nenesine rağmen vurulup öldürüldü.

Öldürülen insanlar toprağa kavuşamıyor, gömülemiyor, çürüyor.

Evler, iş yerleri, tarihi değerler yıkılıp yakılıyor, topraklar, çocuklar, gelecek, canlar alınıyor.

Çayla şekerin lafı mı olur!

Yapmayın efendiler, ayıptır.

Ve Cizre’deki operasyonda bir askerin Kuran-ı Kerim-i öperek başına koyduğu anlar.

Ayağında da galoş var.

Operasyon var, tanklarla. Her an teyakkuz durumu, evlere tuzak ihtimaliyle kapıdan bile girilmiyor. Duvarlar yıkılıyor. Eve giren askerin ayağında galoş!

Yerler tertemiz.

Güleyim mi?

Delirtmek mi istiyorsunuz?

Aklımızla bu kadar alay etmenin anlamı var mı?

Namaz kılarken başına isabet eden mermiyle ölen 70 yaşındaki Ömer Masul’da Müslümandı ve yeri geldiğinde evindeki Kuran-ı Kerim-i öpüp başına koyardı.

Bunlarla Taybet ananın 7 günlük sokakta bekletişini kapatabilir misin?

Miray bebenin mahzun ve kederli son bakışlarını gizleyebilir misin?

Sen sokağa çıkma yasaklarında yapıla hak ihlallerini yayınla. Sorumlularını bul. Yasa dışı davranışları teşhir et. Gerçekleri ortaya koy.

Bir türlü yanına yaklaşamadıkları, yardım edemedikleri, ilk başlarda henüz sağ olan, kıpırdayan daha sonra kan kaybından ölen, müdahale, yardım edebilselerdi belki de yaşayacak olan, 7 gün analarını 7 metre öteden, çaresizce, ağlayarak seyretmek zorunda kalan Taybet ananın evlatlarını teselli et.

Çatışma bölgesinden en az bin metre uzakta evinde otururken başından vurulan ve gözünü kaybeden öğretmen Mevlide Kettani’yi anlat, nasıl vurulduğunu!

İstanbul’un göbeğinde evleri olmadığı için sokakta yaşamak zorunda olan ailenin donarak ölen bebekleri Aybüke’yi anlat.

Gazetecilik şerefli ve onurlu bir meslektir. Gerçekleri ortaya koymak için hayatlarını veren, risklere giren, bedel ödeyen gazeteciler gördük. Gerçekleri örtmeye çalışanları da.

Parayı tepenleri de gördük, para için kendisini satanları da.

Mevki karşılığında, büyüttüğü göbeğini kaşıyıp jöleli saçlarını rüzgârda savurmaya çalışarak dün söylediklerini yalayanları da gördük, kafasına silah dayananları da.

Onurlarından ve meslek ahlaklarından taviz vermeden gerçekleri tüm çıplaklığıyla yazıp bedelini ödeyenleri de gördük, sırf yaranmak için, güzel görünmek için, döverek öldürülenlerin arkasından küfredenleri de.

Gazeteci olmak zordur.

Gazeteci olmak akıl ister, sorumluluk ister, yürek ister, vicdan ister, insanlık ister.

Gazetecilik helallik almayı gerektirir.

Sahip olmadıklarınla bunu yapamazsın.

Yapmamalısın.

Simit sat.