Hakikat anlatıcı Hrant Dink’in aramızda ayrılmasının yedinci yılındayız. Hakikat olmadan tarihin doğru yazılamayacağını biliyordu o. Okullarda okutulan tarihin tamamen yalanlardan, gerçekleri çarpıtmadan, olanları saklamadan başka bir şey olmadığını geç de olsa bizler de yaşadıklarımızdan görecektik. Hayatımıza dokunmayınca bir şeyi edinmek, öğrenmek bu coğrafyada genelde kaçınılan bir şeydir. Zira hayatlar, devlet ve de toplumun büyük bir konsensüsü ile “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” üzerinde inşa edilmiştir. Büyük yalan ve çarpıtmalardan doğru tarih de olmuyor, olmayınca da doğru bir gelecek.

Bizler bir yıl sonra yüz yıl olacak hep bu yanlış gelecek ile yaşadık. 1915 yılı bu topraklarda hepimizin kaybettiği bir yıl oldu. Kazanmak da ancak devlet/toplum tarafında bu zaman dair üretilen yalanları tersyüz etmekle mümkündür. Yani hepimizin eşit, özgür hayatı bu tarihle yüzleşmekle ancak mümkündür. İşte Hrant Dink’de bunları anlatıyordu. Hepimizin/bütün halklarının özgür yaşamasının ancak gerçekler üzerinden yazılacak yeni bir tarih ile mümkün olacağını söylüyordu. Tıpkı “yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyen Theodor Adorno gibi.

Ancak birileri de bu gerçeklerden hep rahatsız oldu. Bir yüzyıldır yalanlar üzerinde inşa ettikleri ırkçı/militer sistemin bir şekilde kendilerinin istedikleri bir şekilde devam etmesi gerektiğine inandılar. Onun içindir ki kim ki; bu topraklarda yaşanan gerçekleri açığa çıkarmak istedi, yutturulan büyük yalanların üzerindeki örtüyü kaldırmak istedi devletin zulmünü üzerine çekti. Hrant Dink gibi Ape Musa’da bir hakikat anlatıcısıydı. O da bu topraklarda yalana, inkara, imhaya dayanan sistemin nasıl kurulduğunu ve bütün hayatları nasıl yok ettiğini biliyor ve anlatıyordu.

Devletin kurduğu sistem çok güçlü görünse de gerçekler ile karşılaşınca ne kadar küçük ve zayıf olduğunu da hemen görüyor. İşte bunun içindir ki, gerçekler ‘büyük’ bir sisteme karşı çok ‘küçük’ görünse de ondan daha güçlü olabiliyor. Bu da sözün/gerçeğin gücünden geliyor. Bu gerçek anlatıcısına da kavuştuğunda oldukça etkili bir güç olabiliyor. Kontrolündeki bütün şiddet tekeli ile katliamları yapan, halkların maddi, manevi varlığını talan eden bu sistem bir yüzyıldır kendisini bu şekilde kurdu. Bu durumu kökünden değiştiren bir güç de olmadı. Halkların, emekçi sınıfların zaman zaman sokaklara inen öfkesi olduysa da bu sistemi değiştirmeye yetmedi.

Ancak şimdi başka bir zaman dilimi içinde geçiyoruz. Sistem ciddi bir kriz içindedir. Roboski’de katletti, ama peşini bırakmayan bir halk var. Artık bir daha bu halk ikinci bir ‘33 Kurşun’ şiirinin yazılmasına izin vermeyecektir. Mutlaka Roboski’nin hesabı sorulacaktır. ‘Devlettir yapar’ aklına katılmayan yüzbinler/milyonlar peşini bırakmıyor/bırakmayacak. Diğer yandan Gezi ile devam eden süreçte bu ülkenin batısında yaşayan milyonlarda artık devletin o büyük anlatısının nasıl yalan ve imhaya dayalı olduğunu kendi yaşadıklarından gördüler. Gezi süreci yazılan yalan tarih ve de yalan anlatılara karşı kendi gerçek sözünü koydu.

Bu gelişmeler bize gösteriyor ki, bu ülkede bir daha tarih egemenlerin istediği gibi yazılmayacak. Hrant Dink ve Ape Musa’nın anlattığı hakikatler hayatın içinde akmaya devam ediyor. Bizlere hakikatleri anlatmaya devam ediyor. Ape Musa yaşanan bütün katliam ve acılara rağmen hayata tebessüm edebilen ve bu sistemi tebessümü içinde mahkûm eden biriydi. Hrant Dink tıpkı Sofia Agopyan’ın ifade ettiği gibi Ermenilerin yüz yıllık göçmenliğini sonlandıran, onları memleketlerine döndüren tek kişi oldu. Kendi yalnızlıkları ve de ‘tek’likleri içinde anlattıkları ile birer halk oldular Hrant Dink ve Ape Musa. Şimdi bu halkların bu coğrafyadaki bütün halklar ile birlikte yüzyıllık yalanları tersyüz edip gerçeklerden doğru kurulan yeni hayatlar kurmaz zamanıdır. Pazar günü bunu bir kez daha yapacağız.