Masamda önemli bir dergi duruyor, ülkenin edebiyat camiasından değerli isimlere sık sık sayfalarında yer veren bir dergi. Öykü kitapları olan, yine önemli olduğunu düşündüğümüz dergilerde öyküleri sık sık yayımlanan üç öykücüyle yapılan bir söyleşi var, ya da onların deyişiyle röportaj.

(Bu arada bahsi geçen dergi, hiçbir öykümü yayımlamaya değer bulmadı şuana dek, biz buna yayın politikası diyelim, onlara öykü göndermekten vazgeçeli uzun zaman oldu zaten. Açık sözlülük yapıp bunu da söylemek istedim, onları da zaman yargılasın.)

Soru: “Sizce öykü nedir?”

Öykücülerden biri: “Öykü demek hayat demek. Öykü demek ekmek su demek…”

Sanırsınız ki tüm gelmiş geçmiş dünya edebiyatında her ne varsa yiyip yutmuş bu arkadaş, önünde de herhangi bir şey kalmamış. Kendi adıma söyleyeyim, diline ve üslubuna tek bir sayfa bile katlanamadığım birçok öykü yazarlarının adını verebilirim. Eminim ki her öykü ya da şiir ya da roman okuru da buna benzer örnekler bulmakta hiç zorlanmayacaktır. Yeter ki kalplerinin gerçek sesini bastırmaya kalkışmasınlar.

Muhtemelen onlarda benim öykülerimi beğenmez, belki de tek bir satırıma bile dayanamazlar. Ki bu dergi öykülerimi yayımlamadığına göre.

Sevdiğimiz yazarlar, sevmediğimiz yazarlar vardır; o halde bu sevda niye?

Hadi itiraf edelim, asıl mesele kendi sesimiz değil, hayır okurun sesi hiç değil, belki o derginin başındakilerin bizden duymak istediği ses. Alttan alarak bastırdığımız, o rengârenk ve şenliklerle tıka basa dolu olan resimde yer almak için can atan çığlığımız (aslında bu resim o kadar da rengârenk sayılmaz). Birkaç karede daha yer alırsak, ne mi olacak, asıl işte o zaman tavan yapacak egomuz. Böyle olunca daha mı popüler olacağız, hiç popüler olmadığım için buna yanıt veremem. Zira bu soruyu da belki bu arkadaş yanıtlar bir gün. Yine de üzücü bir durum bu, popüler olan tek bir öykücü bile yok.

Öykücülerden bir başkası: “Öykü yazmasaydım yaşayamazdım.”

Tanıdık bir öykü yazarının sözünün bir kaç sözcük değiştirilerek söylenmiş hali.

Çalmayın, abartmayın; ama biliyorum, özgün olmak hayattaki en zor şey, hele sizler için bu daha da zor.

Öykücülerin sonuncusu: “Dil benim için her şeydir. Sözcüklerin yerli yerinde oturmuş olması ve benzeri şeyler…” Devamını getirmek istedim, ama inanın bundan sonrasının tek kelimesini anlayamadım.

Dil elbette ki çok şeydir. Her ne anlatırsa anlatsın, dilinde bir aksaklık varsa bende devam etmekte zorlanırım bazen, ama sırf bu yüzden pes etmem, eserde başka şeylerde ararım. Görev bilinciyle değil, okur bilinciyle.

Pascal’ın şiir üstüne, ki bana göre yazma üstüne de sayılır, çok muhteşem bir tespitini okudum geçen gün. Ama kime göre muhteşem, bana göre. Bu arada Pascal’ın ömrünün sonlarına doğru muhafazakârlığa iyice kaymış olması hiç hoşuma gitmedi. Ama bu onun tercihi, bize de düşen uzaktan sessiz kalmak. Ne de olsa aramıza mekân olduğu gibi zaman da girdi. Böylesi belki de en iyisi.

Bir iki satırını buraya alsam, yine de fena olmaz:

“Fakat büyük laflarla incir çekirdeğini dolduramaz şeylerden bahseden bir kadını hayal eden herkes, onun kendisini aynalara ve kolyelere kaptırmış şirin bir küçük hanım olduğunu görüp buna gülecektir. Sebebi, kadının cazibesinin ne olduğunu bir dizenin cazibesinden daha iyi biliyor olmamızdır. Fakat bu konulardan anlamayanlar şatafata hayran kalacaklardır ve pek çok köyde küçükhanım, kraliçeyle bir tutulacaktır.” (Devrim Çetinkaya çevirisinden)