Tahammülün yoktu başka kayıplara. Yenilmiştin ve yenilgiyi tattırtmak istiyordun, buydu niyetin. Kanımı donduruyor ellerimde yitip gidişin, kayboluşun, başka geceye bakışın, başka güne uyanışın. Bugün dünden başlamıyor, bugünün yarını yok. Ama ne kadar soğuk soluğun...

İşte apaçık dolunaysın sen, gece geç de, sabah erken de ayrı güzel. Ve güz gelir. Çiçekleri ezerken yapraklar peşimden sürüklenir. Kendi izlerinin üzerinde takip ettiğin patikanın dönüp dolaşıp yine aynı yere çıkması. Ne hazin bir sanrı, ne tuhaf bir gerçektir bu. Yoldan ayrılırken, kapıdan çıkarken güneş doğuyordu ve geçip gittin yanımdan tüm kızıllığınla. Arkandan bakamadım, karşılaşmamız sıradan olmamalıydı. Kaçtım...

Bu sefer kaybettik ve yorulduk ama fena mı oldu, aşkın ne olmadığını öğrendik...

Gün sümbülîden kurşunîye geçerken, süslü maskeler bir bir inerken, meskûn büyüler bozulurken ve kaçınılmaz ruhsal yakınlaşmalar daha bir önemsenirken, anlarız, bir yarış değil ki bu, bir mücadele değil, sonu değil yolu önemli.

Başkaları sıradan alışkanlıklarını yaşarken, kuru yapraklara basıp geçer, biz gibi güz gezginleri... Yeter ki, azalmasın, çok kalsın, tüm renkleriyle. Ben ezberleri sevmem...