Bu kadar yakın zamanda bir “sıcak savaş” beklemiyordum hükümet ve cemaat muharebesinde. Bu nedenle “bisiklet, kul hakkı” vb. “light” bir konuda yazdım en son. Aslında ilk yazmak istediğim fakat kırık kolumun yaşam kalitesini düşürmesinin yarattığı keyifsizlik nedeniyle üşendiğim bu yazıyı operasyonlarla yazmak elzem oldu.

Dershanelerin kapatılması gündeme gelip de bizim aslında 7 Şubat 2012'den bu yana yani yaklaşık 2 yıldır var olduğunu sandığımız “Cemaat- AKP sürtüşmesi”nin kökünün gerilere hatta ta 28 Şubat sürecine kadar gittiğini öğrendik. Taraf'tan Emre Uslu'nun köşesinde sıraladığı bilgilere göre de MGK Kararı sonrasında devletin üst düzey kurumlarında başlayan “Fetullahçı Avı” artık alt düzeylere hatta özel şirketlerin yönetimine kadar ulaşmıştı. Dershaneler işi “kolun kanadın kırılacağı” son noktaydı. Hemen “operasyon” başlatıldı. “Bavul” ortaya çıktı. Dershanelerin kapatılması (ya da cemaatin tasfiyesi) 2 yıl sonraya “ertelendi”.

Tayyip Erdoğan'ın TSK vesayetine yaptığı gibi “Cemaat vesayeti”ne de operasyonu yavaş çekimde yapıp 2 yıla yayacağını düşünüyordum. Hem hükümet kanadı hem de cemaat kanadı çatışmayı medyanın gözü önünden olmasa da, ana gündeminden uzaklaştırabildiler... Ancak “Fetullahçı” kanat “berabar yürüdüğü” Tayyip Erdoğan'ı ve onun taktiklerini (aslında ağır çekim devlete sızma uzmanı cemaat olduğuna göre, ağır çekim TSK'yı bitirme de cemaatin planı ve fikri olabilir) çok iyi bildiğinden suyu yavaş yavaş ısıtılan kurbağa olmaya gelemedi.

Öncelikle 60-70 kadar milletvekili olduğu dilendirilen cemaatin Hakan Şükür gibi “etkisiz, inaktif” bir milletvekilini AKP'den istifa ettirerek gözdağı hamlesi yaptığını gördük. Sonuçta 50 milletvekili bile istifa etse AKP Mecliste azınlık konumuna ineceğinden hükümetin de düşmesi söz konusu olacak... Fakat karşı hamlenin ne olduğunu öğrenemeden (“Belki diklenmeden dik durma” gibi absürt bir kavramdır) salı sabahı 3 bakanın oğlu ve hükümete yakın işadamları, bürokratlar gözaltına alındı... Hükümetten gelen bu sabahki karşı hamle de operasyonu yapan emniyet müdürlerinin görevden alınması oldu.

Hakan Şükür olayına bir paragraf ayırayım: “Emirle geldi, emirle gitti” şeklinde hem Mehmet Ali Şahin, hem de Tayyip Erdoğan açıklama yaptı. O zaman demek ki AKP'de millet iradesi değil, emir verenin iradesi söz konusu... Fakat aynı Tayyip Erdoğan, Konya'da dünkü ifşaatını göz ardı ederek, “utanmadan”, “milletin iradesini temsil ettiklerini, millet iradesinin arkalarında olduğunu” söyledi... Sanırım artık “yüzde 50 arkamızda” demeyi de bırakacaktır, bırakmazsa da yerel seçimden sonra kullanamaz duruma düşecektir...

Yolsuzluklara gelince, İran'la, İran'ın nükleer faaliyetleri nedeniyle Batı tarafından uygulanan ambargo zamanında “altın ihracatı”na dayanan ve batılıların çok kızdığı, Türkiye'yi “İran'ın parasını aklamakla” itham ettiği dönemde yoğun bir altın trafiği vardı. Türkiye'nin cari açığını düşük gösterdiği için hükümet bu ticarete göz yumuyordu. Fakat İran'ın diplomaside “stratejik derinlik” yaparak tüm sorunlarından kurtulmaya başlamasının ardından “altın ihracatı”na gerek kalmadı. Zaten bu nedenle de örneğin geçen yıl ekim ayında 1,2 milyor dolar cari açık varken bu yıl ekim ayında 2,9 milyar dolarlık bir cari açık oldu.

Hadi “işadamı” Ali Ağaoğlu'nun ne iş yaptığını biliyoruz. Ama yıllardır, “işadamı” ve “Ebru Gündeş'e koca” olmak dışında bir sıfatını duymadığımız kişinin ne işle iştigal ettiğine dair bir fikriniz var mı? Benim hâlâ yok. Sadece bu altın ticaretine aracılık ettiği söyleniyor.

Her ne kadar sürekli olarak Bilal Erdoğan, “gemicik”le gündeme gelse de kulislerde, halk arasında tüm bakan çocuklarının akçeli işlerinin olduğu biliniyordu. Onların da iktidara ve güce dayanarak pervasızlaşması polisin eline kolayca malzeme vermelerine neden olmuş olabilir...

Bakalım emniyet amirlerinin görevden alınmasının kontratağı nasıl olacak?

Hamlelerinizi heyecanla bekliyoruz panpalar!