Gunde Dina’yı duydunuz mu, bilmiyorum? Bu arada biz onlara Gunde Dina (Deliler Köyü) derken, onlarsa kendilerine Çanda Mezın (Büyük Kültür) diyorlar. Bizim köye yürüme mesafesiyle bir saati bulmaz uzaklığı. Geçenlerde şehirde, bu köyde oturan arkadaşlarımdan birine rastladım. Kahvede oturduk, birer çay istedik, hal hatır derken nasıl olduysa konu gelişmişlik ve geri kalmışlığa geldi. Arkadaşımdaki özgüven Everest Tepesi’nde yok desem az söylemiş olurum. Sonra ondan duyduğum kadarıyla Gunde Dina’daki üç yaşındaki çocuktan tut doksan yaşındaki ihtiyara kadar herkes gururlu ve kibirliymiş böyle, hatta kundaktaki bebek bile.

“O kadar da olmaz” dedim karşı çıkarak.

“Valla, billâh öyle” dedi arkadaşım. “Zaten siz kendini ileri kültür sanmışların en büyük yanılgısıdır bu.”

Gunde Dina’daki herkes başı üstüne çıkarak yemek yer ve bunu büyük bir kültürün parçası olarak görürler. Çünkü ataları yüzyıllardır, hatta binyıllardır bu şekilde yemek yerlermiş. Bin yıllardır ayakta durabilmiş bir köy ve hâlâ belde bile olamamış bir köy… Ben arkadaşımın yalancısıyım.

“Oturarak yerde (ki bu da az ilerlemiş sayılmaz) ya da masada yemek yemek varken ne gerek var başı üstüne çıkıp yemek yemek. Zor olmuyor mu böyle?” diye sordum.

Arkadaşım şiddetle karşı çıktı:

“İşte siz kendini ileri toplum sananların en büyük yanılgısı… Otururken lokmayı ağzınıza aldığınız anda, boğazınızdan hızlıca geçip midenize iner, devamında da aynı hızla bağırsaklara. Oysa baş üstünde yemek yerken bu olay o kadar uzun ve zahmetli sürer ki her anının tadına varırsınız. İşte asıl o zaman yemek yemek gerçek bir şölene dönüşür.”

“Peki, burada yanıldım diyelim; tuvaleti nasıl hallediyorsunuz?”

Güldü arkadaşım: “Aynı yöntemle.”

Sonra biraz kırılmış bir ses tonuyla ekledi:

“Bizi değiştirmekten vazgeçin!”

Devam etti:

“Bizi küçümsemekten vazgeçin!”

Biraz kızgın:

“Biz büyük bir kültürüz. Atalarımız kahramanlıkları ve keşifleriyle ünlü. Geçmişimiz dopdolu ve bize yeterli. Ne Amerika’yı keşfetmek gibi bir gayemiz ne de uzaya çıkmak gibi bir hedefimiz var, biz bize yeteriz.”

Dayanamadım, bağırmamak için zor tuttum kendimi.

“Peki ya adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi, bunlarda mı hiç umurunuzda değil?” diye çıkıştım sonunda.

Daha önce duyduklarım Gunde Dina’da bunlardan hiçbir eser olmadığı yönündeydi.

“Yahu, bizim kültürümüzde bu adını saydıklarının hiçbiri yok ki, biz neden bunların peşinden koşalım. İyi bir şey olsaydılar atalarımız onları bulup getirmişti zaten. Üstelik kadınları da unuttun,” dedi arkadaşım. “Biz köyümüzde onlara istediğimiz her haltı yapmakta özgürüz, bize göre özgürlük bu ve onlar da bundan hiç şikâyetçi değil. Ufak tefek çapta itirazlar olsa da bazen, kısa süre içinde seslerini keseriz.”

“Valla,” dedim “bana bir yerleri çağrıştırıyor ama adını bir türlü çıkaramadım.”

Güldü arkadaşım: “Üzülme, yakında hatırlarsın.”